Translate

31 Ocak 2014

Heyecan kaldığı yerden devam ediyor. Hayalet Sokağının gizem perdesinin çözülmesi artık an meselesi. (Hikayeyi hiç okumamışsanız bu gönderinin altındaki gönderiyi okuyabilirsiniz. 1. bölümden, 6. Bölüme kadar olan kısım alttaki gönderidedir.) Keyifli okumalar…






HAYALET SOKAĞI - 7 -


12 Mayıs 2015 - İstanbul

Tüm Türkiye’nin gözlerini çevirdiği bu sokağa giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Sadece bu sokak ile bağlantılı yollarda oturanlara geçiş kimlikleri dağıtılmıştı. Gazeteciler ve meraklı gözlerin bu sokağa erişimi çoktandır engellenmişti. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında da bu sokağın adı anılır olmuştu. Taksi ile bu sokağa gelinebilecek en yakın yere gelmişlerdi ve beklemeye başladılar. Bu tedirgin bekleyişi bozan Melek’in sorusu oldu.

“Nasıl gireceğiz? Buraya girmek imkansızdan da öte.”

“Bilmiyorum. Sanırım birilerini aramam gerekli.” dedi Selim ve telefonunu çıkarak Başkomiser Ahmet’i aradı.

“Başkomiserim.”

“Selim. Hayırdır bu saatte?”

“Görüşmemiz gerekli başkomiserim.”

“Bu saatte ne görüşmesi Selim. Evladım kendinde misin?” dedi Ahmet. Geçmişten gelen samimiyetlerini anımsatmak ister gibiydi.

“Ahmet abi. Bu sokağa girmem gerekli. Yardım et lütfen bana.”

“Selim oğlum. Çıldırdın mı sen?”

“Abi gel lütfen. Bana inanacaksın ve kendin göreceksin.”

“Gerçekten korkutuyorsun artık beni.” dedi. Biraz duraksadıktan sonra “ Neredesin söyle.” dedi. Belli ki içinde hala bu adama güvendiğini söyleyen birileri vardı.


Bu konuşmanın üzerinden yarım saat sonra, Başkomiser Ahmet yanlarına geldi. Bakışları sinirli olduğunu belli eder gibiydi. İlk olarak Melek’i göz ucuyla süzdükten sonra Selim’e dönerek;

“Neler oldu sana oğlum. Seni oğlum gibi görüyorum bilirsin. İstersen bir doktora gidelim ha ne dersin?”

“Ben iyiyim abi. Sadece bana güvenmeni istiyorum. Bu sokağa girmeme yardım et lütfen.”

“Buraya giriş yasak.”

“Abi sende gel ve gör.”

“Neyi göreceğim Selim?”

“Görmeyeceksin ama inanacaksın bana. Arkamda durup beni izlemen bile yeterli.”

“Selim yapma oğlum. Artık kendine gel.”

“Bana bir şans ver lütfen.”

Başkomiser Ahmet, muhtemelen Selim’in çıldırdığını düşünüyordu. Fakat bu genç adam o kadar ısrarcıydı ki sonunda kabul etti. Polisin tüm gün boyu nöbet tuttuğu bu sokağa girmişlerdi artık.

Selim önden gidiyordu, başkomiser ve Melek ise hemen arkasındaydılar. Selim cinayetlerin işlendiği noktaya 5 metre kala durdu. İstemsiz bir duruştu bu. Olduğu yerde kaldı. Ahmet, Selim’in bu hareketine anlam verememişti ve silahını çekti. Tedirgin bir ses tonuyla;
“Selim, bir şey mi gördün?” dedi.

Selim kaskatı kesilmişti. 

“Hayaletlerin huzurunu bozan da kim?”.
 Selimin kulağında çınlanan bu ses kıyametin ayak sesleri gibiydi. Çok ürkütücü bir tınısı vardı. Selim cevap vermedi. 

İsmini ver ölümlü” dedi ses. 

Selim yine sustu ve cevap vermedi. Sesin şiddeti artarak;

 “Huzuru bozanların cezası ölümdür” dedi.

 Selim ısrarla konuşmuyordu. Sanki dilini yutmuştu. Ses gülmeye benzer bir şekle büründü ve korkunç bir kahkaha attı. Kahkahasının sonunda,

 ”Ölümlü, bize kurbanlar sunmaya gelmiş.” dedi. Tekrar kahkaha atmaya başladı. 

Selim artık tepkisiz kalamazdı ve cevap verdi. 
“Kurban getirmedim.” dedi sesi titriyordu.

 “Onlarda artık bizden biri” diye cevapladı ses. 
Selim tutuldu, bir şey söyleyemedi.

Ses ;“Ölümlü ismini ver.” dedi. 

Selim artık bu soruyu cevapsız bırakamazdı. “Selim” dedi. Başkomiser Ahmet, Selimin kendi kendine konuştuğuna hükmedip yanına yürüdü ve çok sert bir tokat attı.

“Kendine gel.” dedi bağırarak. Selimin iki omzundan da tutarak silkeledi. Selimin omuzlarını bıraktığında sesi hala yankılanıyordu dar sokakta. Selim, yediği tokatın ve silkelenmenin hiçbir faydası olmamışçasına sokağın ortasına doğru boş boş  bakmaya devam ediyordu.


Selim uzun bir süre hiçbir ses duyamadı ve bakışlarını hayatına giren gizemli kadına doğru çevirdiğinde, onun cinayetlerin işlendiği yere doğru yürüdüğünü fark etti. Yerinden kıpırdayamadı ama bağırarak;

“Melek, ne yapıyorsun. Dur.” dedi. Elini Melek’e doğru uzattı ama bulunduğu noktadan bunu başarabilmesi imkansızdı. Melek yürüyüşünü durdurmadan, Selim’e doğru bakışlarını çevirdi ve gözlerinden gözyaşları ağır ağır süzülmeye başladı. Melek artık cinayetlerin işlendiği noktadaydı. Selim haykırırcasına;
“Neden?” diye bağırdı. Başkomiser Ahmet olan bitene anlam veremiyordu artık. Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalmıştı. Deli olmalı bunlar diye düşünüyordu şüphesiz.

Melek öne doğru eğdiği kafasını kaldırdı ve irkildi. Karşısında biri vardı sanki. Arkasına döndü ve ağzından bir mırıltı edasında, “İşlediğim suçun bedelini ödemeliyim.” dedi. Ahmet tam bağırmaya yeltenecekti ki Melek’in çığlığı yükseldi dar sokakta.

Başkomiser Ahmet kanlar içinde yere düşen kadının yanına doğru koşturdu. Selim hiç bir şey yapmadan izliyordu sadece. Bu gizemli kadın yine bir gizemin içinde eriyip kayboluyordu. İnfaz başlamıştı bile.

Komiser Ahmet kadına ulaştığında sırtından kalbine doğru bir şeylerle yaralanmış olduğunu fark etti. Muhtemelen birileri bir bıçak sokup çıkarmış olmalı diye düşündü. Kafasını kaldırdı ve etrafa doğru bakmaya başladı. Kollarındaki kız gülümsüyordu.

“Sakin ol kızım iyi olacaksın.” dedi.

Melek gülümseyerek “Bedelini ödedim” dedi. Melek gülümseyen yüzü ile gözlerini kapadı. Ahmet arkasında birinin varlığını hissetti. Hemen kafasını çevirdi. Beyazlı’yı gördü. Kafasını yukarıya doğru çevirdiğinde ise olduğu yere çöktü. Yere koyduğu silahını eline aldı ve geriye doğru kendini iterek, silahını ateşlemeye başladı. Yeteri kadar uzaklığa ulaştığını hissettiğinde mermilerin işlevi olmadığını fark etti. Silahını yere attı. Yavaşça ayağa kalktı ve Selim’e doğru döndü. Gösterdiği soğukkanlılık tam da kahramanlara yakışırcasına bir hareketti. Selim’e baktı ve yüzünü garip bir hal aldı. Kafasını hafif sağa doğru eğerek, umutsuzluk ve çaresizlik dolu bir bakış attı. Sonra eceline doğru döndü. Derin bir nefes aldı.

Beyazlı ağır ağır yanına yaklaştı ve ona da “Hayaletlerin huzurunu bozanların cezası ölümdür.” diye seslendi.

 İlk hamlesi, Ahmet’in sağ omzundan sol tarafına doğru bir bıçak darbesi oldu. Ahmet acı ile inledi. Vücudundan kanlar fışkırıyordu ve göğüs kafesinin parçalandığını hissediyordu. Buna rağmen hala ayaktaydı. Sol eli ile göğüs kafesinin üstüne doğru bastırdı. Çok kan fışkırıyordu. Beyazlının bıçağı bu sefer karnından içeriye doğru girdi ve sırtından dışarıya çıktı. Karnında bir delik açılmıştı artık. Acı ile inledi. Yere çökmek zorunda kaldı. Kafasını kaldırdığında ağzından kanlar süzülüyordu ve rüzgarın sesini duydu. Rüzgarın getirdiği serinlik birazcık da olsa serinletmiş gibiydi onu. Beyazlı bıçağını Ahmet’in sağ omzuna indirdi. Başkomiserin, tüm hayatı boyunca yazı yazdığı, silahını tuttuğu, hayatını idame ettirdiği sağ kolunu budayıvermişti. Artık hiç sağ kolu olmayacaktı. Sağ kolu ile hiç birşeye değemeyecek hiçbir şeyi tutamayacaktı. İşte tam bu anda bunları düşünüyordu Başkomiser. Başı acı ile öne eğilmişti ve ortalık kan gölüne dönmüştü. 

Tekrar zulme baş kaldırırcasına son kez kafasını kaldırdı ve korkmadan ısrarla Eceline baktı. Ecelinin yüzündeki gülümsemeyi göremedi çünkü karşısında bir yüz yoktu. Ama kendisi gülümsedi. Beyazlının bıçağı ilk başta kafasına saplandı ve sonra yavaşça aşağıya doğru indi. Bu hamle de tamamlandıktan sonra yerde kanların oluşturduğu bir göl, bir kadının ceseti ve yüzü ikiye bölünmüş bir adam vardı.

Selim ise çıldırmışçasına ağlıyor ve geldikleri yere doğru koşturuyordu. "Yardım edin." diye bağırıyordu...



7.Bölümün Sonu










HAYALET SOKAĞI - 8 -



Duvarının bir tarafında boydan boya Türkiye bayrağı, tam karşısında bir masa ve deri bir koltuk, diğer tarafında duvar boyunca uzanan Dünya haritası ve bu haritanın karşısındaki duvarda yine boydan boya uzanan bir Türkiye haritası bulunan odada, eski bir general olan Kemal Bey, Türkiye haritasının önünde dikilmiş ve İstanbul iline doğru bakıyordu. Kapı iki kere tok bir şekilde çalındı.

“Gir” dedi Kemal Bey. Yıllardır sürdürdüğü askerlik görevi sesini oldukça gür ve karizmatik yapmışçasına, yetmişine merdiven dayamış bu adamın sesi oldukça yüksek çıkıyordu. Dünya üzerinde epey bir süre geçirmiş, bir çok ziyafete katılmış ve hamarat bir eşe sahip olmuş bir adama bakarak, hala bir göbeğinin olmaması, onun ne kadarda disiplinli bir adam olduğunu gözler önüne serer gibiydi. Seyrekleşmiş saçları ve kaşları, vücudunun diğer uzuvlarına ihanet etmişçesine bembeyazdı. Orta boylarda ve yüz hatları oldukça sert gözüken bu adam, askerlik üniformasını sırtından çıkardığı günden bu yana, Milli İstihbarat Teşkilatına gizli bir şekilde bağlı fakat özerk bir başka kurumun başına getirilmişti.

Kemal Bey’in başında bulunduğu bu küçük örgüt, Türkiye içerisinde ve yurtdışında vuku bulan ve dış güç menşe’li olan çoğu olayın içerisinde aktif olarak yer alıyordu. Dışarıdan yurt içine giren ve devlet için zararlı işler peşinde koşan yabancı kuvvetleri durdurmak, gerekirse yakalamak, gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygun gördüğü steril sorgulama prosedürünü hiçe sayarak işkence yapmak ve bütün bu aşamalardan sonra örgütçe veya sorgulayan kişice uygun görüldüğü takdirde öldürmek gibi prensipleri olan bir örgüttü. Bu aşamalar yurtdışında ise yine ülke çıkarları gözetilerek yapılıyordu. Bu kurum, bizzat Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından terör örgütü olarak sınıflandırılıp, bu örgütün işleyeceği bütün suçlar ve bu suçların getirileri olan olumsuz durumlar, teşkilat bünyesinden dışlanılmış oluyordu. Oysa ki Kemal Bey’i bu göreve getiren bizzat Milli İstihbarat Teşkilatının o zaman ki müsteşarıydı.

Milli İstihbarat Teşkilatı’nın gerek iç ve gerekse dış basın tarafından sürekli mercek altında tutulması, yapısı gereği atanan insanların seçtiği kişilerden oluşması, infaz veya sabotaj gibi eylemleri üstlenememek gibi bir prestiji olması ve bunlardan da önemlisi bilinen, takip edilen ve içine kolaylıkla adam yerleştirilebilen bir istihbarat kurumu olması yüzünden, Kemal Bey'in başında bulunduğu küçük gizli örgütler oluşturularak devletin şefkat dolu sağ elinin yerine, günahlarını işleyen sol eli işlevi, bu küçük örgütler vasıtasıyla yerine getirilmiş oluyordu.

Bu odanın bulunduğu yer Ankara’da ki bir halk kütüphanesinin, bir labirenti andıran kitap sıralarının birinden, gizli bir kod girilerek açılan bir kapıdan girilen bir yerdeydi. Bu kurumda çalışan çoğu görevli kütüphanenin memur kadrosunu oluşturan insanlardı. Kapı açıldığında içeriye giren, Kemal Bey’e dosya getiren ve brifing veren, ikinci adam konumunda ki Ertuğrul Bey’di. Kendisi İçişleri Bakanlığında çok üst düzeyde olmayan bir görevdeyken, istifa edip birkaç sene sonra bu Kütüphanenin Müdürü olarak göreve başlatılmış bir istihbaratçıydı. İçerideki loş karanlık bu odaya gizemli bir hava katıyordu çoğu zaman. Ertuğrul Bey, Kemal Bey’in masasına oturmasını bekledikten sonra, malumat vermek için izin istedi.

“Paşam izninizle..”

“Evet Ertuğrul.”

“Mit’ten acil yazılı bir gizli gönderi aldık.”

“Ne ile alakalıymış?”

“CIA ajanlarının Türkiye’ye yollandığını ve Atatürk Havalimanından giriş yaptıklarını yazıyorlar. Hedefleri ise şu deliren komiser çocukmuş.”

“Ne yani? Bu delikanlı Hayalet diye demeç verince gerçek mi sanmışlar?” dedi Kemal Bey ve gülümsedi. Biraz sırıttıktan sonra devam etti. “Ver bakalım şu kağıdı.”

Ertuğrul Bey’in uzattığı kağıt iki sayfadan oluşmaktaydı. Birinci sayfa Türkçe bilen her insanın okuyabileceği şekilde yazılmış, ikinci sayfa ise sadece bu örgütün başında bulunan Kemal Bey’in çözebileceği şekilde şifrelendirilmişti. Muhtemelen Kemal Bey’in bu görevi devredeceği gün bu şifrelerde tarih olacak ve yerine gelen yeni kişiye de yeni bir şifreleme sistemi öğretilecekti.

Kemal Bey eline aldığı kağıdın ilk sayfasını göz ucuyla kısa bir süre içerisinde okuduktan sonra yavaşça ikinci sayfaya baktı. İlk başta gevşemiş olan yüz kasları bu sayfayı okumaya başladıktan sonra, her geçen saniyede biraz daha kasılmaya başladı. Sayfayı okumayı bitirdikten sonra, başını ağırca kaldırıp Ertuğrul Bey’e baktı. Ertuğrul Bey, senelerdir beraber çalıştığı bu adamı ilk kez böyle görüyordu. Ertuğrul Bey’in tanıdığı Kemal Paşa, kararlarını bir saniye bile düşünmeden alan ve bakışlarındaki o kararlı duruşunu bir an olsun kaybetmeyen bir adamdı. Oysa şimdi karşısında duran adam derin düşüncelere dalmış ve o kararlı duruşunu kaybetmişti.

“Ertuğrul” dedi ve duraksadı. Biraz bekledikten sonra devam etti. “En iyi iki adamımızı seçmeni istiyorum. Dosyalarını iyice gözden geçirdikten sonra bana getir. Bir de ben incelemeliyim. Durum oldukça ciddi bir boyutta.”

“Emredersiniz Paşa’m.” dedi Ertuğrul Bey ve hızlı adımlarla odadan çıktı.

Bu olaydan birkaç saat sonra Kemal Bey’in önünde iki dosya vardı. Kemal Bey incelemeye koyuldu

___
Adı ve Soyadı:Ayşe Kartal

Yaşı: 28

Özgeçmişi: Kimsesiz Çocuklar Yurdundan alınıp yetiştirildi. 18 yaşına bastığında teşkilata alındı.

Görevleri: İlk görevinde Güneydoğu’da il merkezlerinde Mossad ve CIA ajanları ile mücadele de bulundu ve bir çok başarılı operasyonlar gerçekleştirdi.

Karadeniz Bölgesinde yapılanan bazı örgütlerin içine sızdırıldı ve çökertilmesinde rol aldı.

Başarılı görevlerinden sonra Mısır’a yollandı. Tahrir olaylarının arka planında ki yapılanmaları, olay gerçekleşmeden deşifre etti. Bu görevinden sonra MİT tarafından görevinden alınıp Mavi Tugay timine gönderildi.

Mavi Tugay kapsamında hiçbir görevde bulunmadı.

__

Adı ve Soyadı: Serkan Oğuz

Yaşı:34

Özgeçmişi: Askerlik görevi sırasında, yapılan operasyonlarda ki başarısı yüzünden Mavi Tugay kadrosuna alındı.

Görevleri: Almanya da Dazlaklar olarak bilinen ve Türklere karşı yasa dışı eylemlerde bulunan gurubun planladığı bir çok eylemi engelledi.

Elebaşı olarak hakkında rapor sunduğu 8 kişiyi etkisiz hale getirip Schleswig-Holstein Eyaletinde ki yapılanmayı büyük ölçüde yok etti. Yine bu eyalette bu örgüt ile bağlantısını tespit ettiği bir polis memurunu sorguya aldıktan sonra Almanya’dan çekildi.

2 sene görev almadıktan sonra bir Türk işadamı cinayetini araştırmak üzere Amerika’nın İllinois Eyaletine gönderildi. Bu eyaletteki araştırmaları sonucu CIA’nın izine ulaştı. İş adamını öldüren bir ajanı yakalaması üzerine yerini tespit eden CIA ajanları ile çatışmaya girdi. 2 CIA ajanını öldürdükten sonra Türkiye’ye kaçmayı başardı.


Bu olaydan sonra hiçbir görevde yer almadı.

__

Kemal Bey bu dosyaları inceledikten sonra, Ertuğrul Bey’e dosyaları uzattı. Bir süre bir şey söylemedi. Sonra, karşısında duran adama bakarak;

“Hayaletlere inanır mısın?” diye sordu.

Ertuğrul Bey’in cevabı çok netti. “Elbette hayır, paşam.”

“O sokakta çok garip şeyler olmuş. MİT bile bu olayın gerçek sebebini çözmüş değil. CIA, orada vuku bulan olaylara ilgi gösteriyor. Adamlar bir tim yollamışlar. Güvenlik kamerasında görünmeyen bir katil var ve bıçak benzeri bir şey kullanmış. Bu nasıl oluyor?”

“Mantıklı bir açıklaması vardır paşam. Olmak zorunda.”

“Bende aynı kanaatteyim. Ama bizzat CIA bu işin içindeyse..” dedi ve cümlesini tamamlamadı.

“Paşam bu isimleri onayladınız mı?” dedi Ertuğrul Bey. Yaklaşık iki dakikadır, tamamlanmayan cümlenin tamamlanmasını beklemiş ama besbelli ki  umudunu yitirmişti.

“Evet. İkisi de çok yetenekli besbelli. Birisi henüz hiç görevimizde bulunmamış üstelik. Artık takıma katılmasının zamanı geldi.” dedi.

Ertuğrul Bey, “Emredersiniz Paşam” dedi.

Kemal Bey koltuğuna yaslandı ve masada bulunan kalemi eline aldı. “Bu komiser çocuğu hastanede koruyacaklar. Çok zor bir durum söz konusu olursa kaçıracaklar. İstanbul da gereken önlemler ve mühimmatlara ulaşmalarını sağlayın. Bizzat sen saklanabilecekleri evi ayarla. Sen, ben, ajanlarımız ve komiser çocuktan başka hiç kimse bu evi bilmeyecek. Günlük rapor istiyorum.”

“Emredersiniz Paşam. Hastaneye kolay bir şekilde yerleştireceğiz. Gereken yeri de hemen ayarlayacağım. Talimatlarınızı da bizzat kendim ileteceğim.” dedi.

Kemal Bey elindeki kalemi masaya koydu ve bir elini çenesine doğru götürdü. “Son olarak bir şeyler daha isteyeceğim senden. Bana bir araştırmacı bul. Bir profesör, gazeteci ya da yazar. Her kim olursa.”

“Hangi konu için istiyorsunuz paşam?”

“Sanırım Tarih olmalı. Hayaletler üzerine çalışma yapmış birileri var mıdır acaba?”

“Pek sanmıyorum Paşam.”

“İlla ki bir araştırma vardır. Şu eski zamanlar da vuku bulan bu tarz olayları incelemiş birileri. Osmanlı arşivinde çalışan birileri illaki vardır. Sistemden araştırın, soruşturun ve işe yarar birini bulun.”

“Emredersiniz Paşam.”

“Bu olay öyle sıradan bir olay değil Ertuğrul. Bilirsin ben çözemediğim şeylerden hoşlanmam. Bu yankee’lerin neyin peşinde olduğunu bilmeliyim. Burası onların arka sokağı değil. Bizim sokağımızda gerçekleşen bir olaya burunlarını sokmaları kabul edilebilir bir şey değil. Ajanlara hemen haber verilsin ve yarın görevlerine başlasınlar. Öbür adamla da en kısa zamanda bizzat görüşmek istiyorum.”

“Emredersiniz Paşam” dedi. Odadan çıktığında Paşa’nın konuşmalarını tekrar irdeliyordu. Başlarında çok büyük bir problem vardı. Amerikan ajanları ile İstanbul gibi büyük bir kentte, çok problemli olayların yaşanması artık kaçınılmazdı.

Şimdi önünde çok yorucu günler vardı. İlk başta ajanlara ulaşıp onları İstanbul’a yönlendirecek ve akşam İstanbul’a uçup gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra sabah Ankara’ya dönecekti. Bütün bu kargaşanın içinde Osmanlı Arşivlerinde çalışan muhtemelen biraz deli ruhlu bir adam bulmaya çalışacak ve bu adamı Paşa ile konuşturacaktı.




8.Bölümün Sonu













HAYALET SOKAĞI - 9 -

         Oyuncakçı dükkanından içeriye, iyi giyimli iki adam girdi. Adamlar takım elbiseler içinde ve siyah gözlükleriyle  istihbarat biriminden olduklarını belli eder gibiydiler. Üstelik içeriye girdiklerinde gözlüklerini çıkarma ihtiyacı da hissetmediler. Dükkanın en uç kısmında bulunan masada dükkanın sahibi oturuyordu. Bu adam elinde tuttuğu tornavida benzeri bir aletle birşeyleri tamir etmeye çalışıyordu. Oyuncakçı kapı sesini duyduğunda kafasını kaldırıp adamları şöyle bir süzdü ve tebessüm edip işine kaldığı yerden devam etti. İçeriye giren adamlar masanın önüne kadar geldi ve içlerinden bıyıklı olanı;

"Kolay gelsin beyfendi. Ben Bekir ve bu da arkadaşım Halil. M.İ.T dan geliyoruz."

Oyuncakçı adam başını kaldırdı ve hızlı ama gayet anlaşılabilir bir ses tonuyla;

"Peki ya rozetleriniz beyler? Onları da gösterin bari de tam Amerikan filmi olsun. Bu kadar özenilmez yahu ayıp ayıp. Birde M.İ.T diyorsun. İstihbarattan geliyorum desen anlamayacağım sanki. Ya sabır."

         Bıyıklı adam şaşkın bir şekilde yanındaki görev arkadaşına baktı ve dudaklarını büktü. Kafasını olumsuz bir şekilde sallayıp;

"Sizinle özel birşeyler konuşmamız mümkünmü Berkay bey?"

"Çok geç kaldınız, çok adam öldü. Birazcık araştırma yapsanız hemen bulurdunuz beni. İşler sarpa sardı şimdi Berkay bey diyorsunuz. Kardeşim zamanında niye gelmediniz."

"Efendim isterseniz sadede geleyim?"

"Sadede geliyorsun demek. Kardeşim böyle artist gibi giyinip dükkana giriyosunuz, üstelik hala gözlüklerinizi çıkarmadınız. Amerikanvari söylemlerle konuşuyorsunuz ve şimdi de sadede geliyorsunuz. İyi hadi tamam sadede gel bakalım."

Bekir şöyle derin bir iç çekip öfkesini bastırmaya çalıştığını belli ederek;"Haberlerden de takip ettiğiniz üzere Mezarlık sokağında birtakım olaylar vuku buldu. Geçtiğimiz pazartesi günü ise konu ve sokak tamamiyle kapatıldı. Yine bildiğiniz üzere problem çözüldü."

"Ne yani, hayaletleri mi öldürdünüz.”

“Haberlerden bildiğiniz üzere hayalet falan yok. Sapkın bir çetenin yaptığı ve onları aradığımız hatta yakalamak üzere olduğumuzu takip etmişssinizdir. Tabi ki durum farklı ve bu yüzden sizinle görüşmek istedik.”

“Böyle iyi. Net konuşalım değil mi yahu. Sokağı kapatmanız iyi olmuş. Ben oradayken etrafta insan olmaması çok iyi olur. Gördün mü doğru dürüst bir iş yapmışınız. İlk başta kapatacaktınız ama işte ne yaparsın yumurta meselesi. Türk insanının en sevdiğinden." dedi ve başını salladı Berkay.

Bekir, şaşkın bir yüz ifadesine bürünmüştü ve karşısında keçileri kaçırmakla yetinmeyip, keçilerle birlikte kaçan deyimi yerindeyse deli bir adamın olduğunun farkındaydı. Boğazını temizledikten sonra;

"İsterseniz sizi üstlerime götüreyim ve detaylı bir şekilde konuşun."

"Eee ne duruyoruz ki o zaman." dedi Berkay. Ayağa kalktı. Askılıkta duran ceketini aldı ve dışarıya çıktılar. Dükkanının kapısını çeşitli açılardan 5 kere kilitledi ve dükkanın önünde duran siyah Mercedes’i fark etti. Kafasını hızlı bir şekilde iki yana sallayıp “Klişeler sardı dört bir yanımııı” diye mırıldanırken arabaya bindi.

..................


         M.İ.T binasına girip bir kaç kapıdan geçtikten sonra bir asansöre bindiler ve yarım dakika kadar aşağıya doğru inmeye başladılar. Berkay olumlu bir şekilde yanındakilere sırıtıyordu. Bekir bir hata yaparak;

 "Berkay bey niçin gülümsüyorsunuz?" diye sordu.

Berkay sırıtarak; "Aferin. Gerçekten etkilendim. Bende bizimkileri anca telefon dinler diye biliyordum. Siz olayı aşmışsınız ya. Asansör falan süper ha. Bu asansörü yapanları öldürdünüz mü. Yani sonuçta bilinmemesi gereken bir şey." dedi ve duraksadı. ve ağır bir şekilde devam etti. “Bu durumda beni de öldürmeniz gerekecek. Eee bende görmüş oldum. Kardeşim deli misiniz siz ya hem yardım edeceğim size hem de siz beni bir kalem de harcayacaksınız. Kimseye söylemeyeceğime dair yeminler etsem. Olmaz değil mi. Yok ama şöyle düşününce öldürmezsiniz ki beni. Millet deli gözüyle bakarken bana. Söylediklerime inanmıyorlar ki zaten.” dedi ve gülümseyerek devam etti. “Şaka şaka, güzel mekan yapmışssınız bayıldım bu arada." dedi ve bu sırada asansör durdu ve kapı açıldı.

Dışarıya çıktıklarında önlerinde 8 tane kapı vardı ve Berkay'ı ilk kapıdan içeriye soktular. İçeriye girdiğinde içeride bir iki sandalye bir masa ve masanın üzerinde bir dosya vardı. İçeride duran yaşlı adam;

"Hoşgeldin evlat."dedi. Berkay bu ses tonu karşısında gururlanıp gaza geldi ve adamın lakabını bilmemesine rağmen "Hoşbuldum Paşam." dedi. Paşa gülümsedi ve bir kaş işareti yaparak Bekir ve Halil'in dışarıya çıkmasını işaret etti.

Adamlar dışarıya çıktığında Kemal bey;"Duyduğuma göre sana deli diyorlarmış. Gerçekten deli misin?" dedi ve gülümsedi.

"Paşam siz benden daha iyi bilirsiniz. Yeni bir şeyler yapanlara hep deli derler. Hele bir de yaftaladılar mı tamam. Ağzınla kuş tutsan fayda etmez. Evet o makineyi de yaptım. Gözlerinin önünde ağzımla kuş tuttum ama hala Deli diyorlar. Bu memlekette kim deli kim akıllı bilen mi var ki?" dedi ve gülümsedi.

         Paşa bütün bu olan bitenden dolayı çok stresliydi ve bu eğlenceli konuşmayı bitirerek;

"Ne yapabilirsin peki evlat? Kurtarabilirmisin bu hayalet dedikleri şeylerden bizi?"

"Elbette paşam. Bu yüzden burdayım zaten. Beni oraya götürün yeter, tabi önce dükkanıma uğramalıyım almam gereken şeyler var. Selim Komisere de ihtiyacım olabilir ha bir de güçlü kuvvetli bir adam ve belki bir tane de kadına ihtiyacım var." dedi duraksadı ve tekrar devam etti. "Paşam yani yardım edecekler bana."

Paşa gülümsedi ve "Bu kadar kolay mı?" diye sordu.

Berkay duraksadı, "Paşam başka bir ekip dışarıda hazır beklemeli. Benim söyleyeceğim adrese gidip orayı kazmalı ve yine benim söyleyeceğim şeyi bu sokağa getirmeleri gerekli. Bunu yaparlarken acele etmeliler yoksa ben de tarih olurum. Üstelik ben tarih olursam o sokaktaki şeyleri yok etmeniz mümkün olmayabilir.”

"İki ajanımızı yanına vereceğim. Üstelik bu konuda çalışmaktalar. Epey bir yol kat ettiler. Başka bir yer derken nereyi kastediyorsun?"

“Paşam her yer olabilir yani. Muhtemelen Ayasofya’dır diyecem ama olmayadabilir. Yok yok Ayasofya değildir muhtemelen.”

“Ayasofyayı mı kazdırtacaksın. Sen ne yapıyorsun oğlum. Savaş mı çıkartacaksın bize.”

“Paşam değildir. Ayasofyada değildir ya büyük ihtimal. Ama dediğim gibi söylediğim yer kazılmalı.’

‘Peki niçin?”

“Paşam bu hayaletler bir şeyleri koruyor olmalı. Muhtemelen bir kitap ya da bir parşomen. Bu kitapta yazan bir şeyler bu hayaletleri burada tutsak tutuyor.

“Mantıklı olabilir. Ama biz niye başka bir yeri kazacağız ki?”

“Bu hayaletleri burada tutsak kalmalarını sağlayan asıl şey ise bu hayaletlerin ulaşamadıkları bir şey. Geçmişleriyle alakalı başka bir kitap, ziynet eşyası, kılıç, belki de bir madalyon. Bu kitabı yazan kimse bu eşyayı bu hayaletlerin etki edemeyecekleri uzaklıktaki bir yere saklamış ki hayaletler ulaşamasın ve hep orada kalsınlar.”

“Oğlum bu adamın amacı ne?”

“Bende bilmiyorum. Birşeyleri gizlemek korumak saklamak için bunu yapmış olabilir.”

“Mantıklı geliyor ama hayalet diyoruz ya. Ne hayaleti oğlum. Bir insan nasıl hayalet olabilir ki?”

“Birtakım tarikatlar varmış zamanında bunun ile uğraşan ama hiçbiri başarılı olamamış. Tabi bu adam yada belki tarikat gerçekten başarılı olmuş. Kitaba yazdıkları tılsımlı sözler sayesinde bu hayaletleri tutsak etmişler. Azat olmalarını sağlayacak şeyi ise başka bir yere saklamışlar.”

“Delilik bu oğlum kusura bakma. Ölme ihtimalin başarma ihtimalinden çok yüksek. Oraya giren herkesi hakladı  şerefsizler. Sadece şu polis çocuk kurtuldu.”

“Biliyorum Paşam.” dedi Berkay gülümsüyordu. Sözlerine devam etti “Selim komiser de yanımızda olmalı paşam. Ona ihtiyacım olacak. Onu yanımıza getirmeniz mümkün mü?"

"Akıl sağlığı pek yerinde değil ama tabiki getirtiriz."

"Tamam o zaman. Ben bu operasyona Hayalet Avcıları yok yok ne diyelim.  Büyük Ortadoğu desek yok zaten adamları telef oldu burada. Olmaz şimdi bir gönderme daha yaparsak kızarlar bize. Kutsal Kase desek yok onuda çok kullandılar hmm buldum paşam."

Paşa'nın gözleri faltaşı gibi açılmış Berkay’ın dediklerini algılamaya çalışıyordu ve "Ne buldun evlat ve o Amerikalıları nerden biliyorsun, bu neredeyse devlet sırrı yahu. Kim sızdırıyor bunları" dedi. Paşa az da olsa kızmıştı. Berkay paşaya doğru döndü ve "Operasyonumuzun adı Konstantin" dedi

Paşa’nın damarına basmış gibiydi;

 "Neden İstanbul olmayacakmış peki?" diye sordu.

 Berkayın cevabı paşayı hem meraklar içinde bıraktı hem de tatmin etti. "Bu bela bize Bizanstan miras, onun için paşam."

                                    9.Bölümün Sonu


7 yorum:

  1. Sonunda buldum :) Facebooktan paylaşıp paylaşıp bizi alıştırdınız. Sonra kayboldunuz. Tekrar okudum hikayenizi ve Oghertay ismiyle arayıp buldum:) Çok iyi yazıyorsunuz ve hikaye çok iyi. Takipe devam :-)

    YanıtlaSil
  2. Hikayeleriniz cok başarılı tebrik ederim. Hikayelerinizi heycanla bekliyorum :-)

    YanıtlaSil
  3. En kısa zamanda devamını bekliyoruz

    YanıtlaSil
  4. Tasvirleriniz o kadar gerçekci ki gözlerimi kapattıgım an gözümün önünde canlanıyor tebrik ederim

    YanıtlaSil
  5. Bazı dilbilgisi hataları var ama genel olarak başarılı.

    YanıtlaSil
  6. kendinizi çok iyi geliştirmişsiniz mamafi iyiye değil en iyiye yönelmelisiniz anlatmak istediğimi anladığınızı umarak başarılarınızın devamını diliyorum cancagazım ;)

    YanıtlaSil
  7. Calısmalariniz basarıli tebrikler.

    YanıtlaSil