Heyecan
kaldığı yerden devam ediyor. Hayalet Sokağının gizem perdesinin çözülmesi artık
an meselesi. (Hikayeyi hiç okumamışsanız bu gönderinin altındaki gönderiyi
okuyabilirsiniz. 1. bölümden, 6. Bölüme kadar olan kısım alttaki gönderidedir.)
Keyifli okumalar…
HAYALET SOKAĞI - 7 -
12 Mayıs 2015 - İstanbul
Tüm Türkiye’nin gözlerini çevirdiği bu sokağa
giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Sadece bu sokak ile bağlantılı yollarda
oturanlara geçiş kimlikleri dağıtılmıştı. Gazeteciler ve meraklı gözlerin bu
sokağa erişimi çoktandır engellenmişti. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında
da bu sokağın adı anılır olmuştu. Taksi ile bu sokağa gelinebilecek en yakın
yere gelmişlerdi ve beklemeye başladılar. Bu tedirgin bekleyişi bozan Melek’in
sorusu oldu.
“Nasıl gireceğiz? Buraya girmek imkansızdan da
öte.”
“Bilmiyorum. Sanırım birilerini aramam gerekli.”
dedi Selim ve telefonunu çıkarak Başkomiser Ahmet’i aradı.
“Başkomiserim.”
“Selim. Hayırdır bu saatte?”
“Görüşmemiz gerekli başkomiserim.”
“Bu saatte ne görüşmesi Selim. Evladım kendinde
misin?” dedi Ahmet. Geçmişten gelen samimiyetlerini anımsatmak ister gibiydi.
“Ahmet abi. Bu sokağa girmem gerekli. Yardım et
lütfen bana.”
“Selim oğlum. Çıldırdın mı sen?”
“Abi gel lütfen. Bana inanacaksın ve kendin
göreceksin.”
“Gerçekten korkutuyorsun artık beni.” dedi.
Biraz duraksadıktan sonra “ Neredesin söyle.” dedi. Belli ki içinde hala bu
adama güvendiğini söyleyen birileri vardı.
Bu konuşmanın üzerinden yarım saat sonra,
Başkomiser Ahmet yanlarına geldi. Bakışları sinirli olduğunu belli eder
gibiydi. İlk olarak Melek’i göz ucuyla süzdükten sonra Selim’e dönerek;
“Neler oldu sana oğlum. Seni oğlum gibi
görüyorum bilirsin. İstersen bir doktora gidelim ha ne dersin?”
“Ben iyiyim abi. Sadece bana güvenmeni
istiyorum. Bu sokağa girmeme yardım et lütfen.”
“Buraya giriş yasak.”
“Abi sende gel ve gör.”
“Neyi göreceğim Selim?”
“Görmeyeceksin ama inanacaksın bana. Arkamda
durup beni izlemen bile yeterli.”
“Selim yapma oğlum. Artık kendine gel.”
“Bana bir şans ver lütfen.”
Başkomiser Ahmet, muhtemelen Selim’in
çıldırdığını düşünüyordu. Fakat bu genç adam o kadar ısrarcıydı ki sonunda
kabul etti. Polisin tüm gün boyu nöbet tuttuğu bu sokağa girmişlerdi artık.
Selim önden gidiyordu, başkomiser ve Melek ise
hemen arkasındaydılar. Selim cinayetlerin işlendiği noktaya 5 metre kala durdu.
İstemsiz bir duruştu bu. Olduğu yerde kaldı. Ahmet, Selim’in bu hareketine
anlam verememişti ve silahını çekti. Tedirgin bir ses tonuyla;
“Selim, bir şey mi gördün?” dedi.
Selim kaskatı kesilmişti.
“Hayaletlerin
huzurunu bozan da kim?”.
Selimin kulağında çınlanan bu ses kıyametin ayak
sesleri gibiydi. Çok ürkütücü bir tınısı vardı. Selim cevap vermedi.
“İsmini
ver ölümlü” dedi ses.
Selim yine sustu ve cevap vermedi. Sesin şiddeti
artarak;
“Huzuru bozanların cezası ölümdür” dedi.
Selim ısrarla
konuşmuyordu. Sanki dilini yutmuştu. Ses gülmeye benzer bir şekle büründü ve
korkunç bir kahkaha attı. Kahkahasının sonunda,
”Ölümlü, bize kurbanlar
sunmaya gelmiş.” dedi. Tekrar kahkaha atmaya başladı.
Selim artık tepkisiz
kalamazdı ve cevap verdi.
“Kurban getirmedim.” dedi sesi titriyordu.
“Onlarda artık bizden biri” diye cevapladı ses.
Selim tutuldu, bir şey
söyleyemedi.
Ses ;“Ölümlü ismini ver.” dedi.
Selim
artık bu soruyu cevapsız bırakamazdı. “Selim” dedi. Başkomiser Ahmet, Selimin
kendi kendine konuştuğuna hükmedip yanına yürüdü ve çok sert bir tokat attı.
“Kendine gel.” dedi bağırarak. Selimin iki
omzundan da tutarak silkeledi. Selimin omuzlarını bıraktığında sesi hala
yankılanıyordu dar sokakta. Selim, yediği tokatın ve silkelenmenin hiçbir
faydası olmamışçasına sokağın ortasına doğru boş boş bakmaya devam
ediyordu.