Translate

31 Ocak 2014

Heyecan kaldığı yerden devam ediyor. Hayalet Sokağının gizem perdesinin çözülmesi artık an meselesi. (Hikayeyi hiç okumamışsanız bu gönderinin altındaki gönderiyi okuyabilirsiniz. 1. bölümden, 6. Bölüme kadar olan kısım alttaki gönderidedir.) Keyifli okumalar…






HAYALET SOKAĞI - 7 -


12 Mayıs 2015 - İstanbul

Tüm Türkiye’nin gözlerini çevirdiği bu sokağa giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Sadece bu sokak ile bağlantılı yollarda oturanlara geçiş kimlikleri dağıtılmıştı. Gazeteciler ve meraklı gözlerin bu sokağa erişimi çoktandır engellenmişti. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında da bu sokağın adı anılır olmuştu. Taksi ile bu sokağa gelinebilecek en yakın yere gelmişlerdi ve beklemeye başladılar. Bu tedirgin bekleyişi bozan Melek’in sorusu oldu.

“Nasıl gireceğiz? Buraya girmek imkansızdan da öte.”

“Bilmiyorum. Sanırım birilerini aramam gerekli.” dedi Selim ve telefonunu çıkarak Başkomiser Ahmet’i aradı.

“Başkomiserim.”

“Selim. Hayırdır bu saatte?”

“Görüşmemiz gerekli başkomiserim.”

“Bu saatte ne görüşmesi Selim. Evladım kendinde misin?” dedi Ahmet. Geçmişten gelen samimiyetlerini anımsatmak ister gibiydi.

“Ahmet abi. Bu sokağa girmem gerekli. Yardım et lütfen bana.”

“Selim oğlum. Çıldırdın mı sen?”

“Abi gel lütfen. Bana inanacaksın ve kendin göreceksin.”

“Gerçekten korkutuyorsun artık beni.” dedi. Biraz duraksadıktan sonra “ Neredesin söyle.” dedi. Belli ki içinde hala bu adama güvendiğini söyleyen birileri vardı.


Bu konuşmanın üzerinden yarım saat sonra, Başkomiser Ahmet yanlarına geldi. Bakışları sinirli olduğunu belli eder gibiydi. İlk olarak Melek’i göz ucuyla süzdükten sonra Selim’e dönerek;

“Neler oldu sana oğlum. Seni oğlum gibi görüyorum bilirsin. İstersen bir doktora gidelim ha ne dersin?”

“Ben iyiyim abi. Sadece bana güvenmeni istiyorum. Bu sokağa girmeme yardım et lütfen.”

“Buraya giriş yasak.”

“Abi sende gel ve gör.”

“Neyi göreceğim Selim?”

“Görmeyeceksin ama inanacaksın bana. Arkamda durup beni izlemen bile yeterli.”

“Selim yapma oğlum. Artık kendine gel.”

“Bana bir şans ver lütfen.”

Başkomiser Ahmet, muhtemelen Selim’in çıldırdığını düşünüyordu. Fakat bu genç adam o kadar ısrarcıydı ki sonunda kabul etti. Polisin tüm gün boyu nöbet tuttuğu bu sokağa girmişlerdi artık.

Selim önden gidiyordu, başkomiser ve Melek ise hemen arkasındaydılar. Selim cinayetlerin işlendiği noktaya 5 metre kala durdu. İstemsiz bir duruştu bu. Olduğu yerde kaldı. Ahmet, Selim’in bu hareketine anlam verememişti ve silahını çekti. Tedirgin bir ses tonuyla;
“Selim, bir şey mi gördün?” dedi.

Selim kaskatı kesilmişti. 

“Hayaletlerin huzurunu bozan da kim?”.
 Selimin kulağında çınlanan bu ses kıyametin ayak sesleri gibiydi. Çok ürkütücü bir tınısı vardı. Selim cevap vermedi. 

İsmini ver ölümlü” dedi ses. 

Selim yine sustu ve cevap vermedi. Sesin şiddeti artarak;

 “Huzuru bozanların cezası ölümdür” dedi.

 Selim ısrarla konuşmuyordu. Sanki dilini yutmuştu. Ses gülmeye benzer bir şekle büründü ve korkunç bir kahkaha attı. Kahkahasının sonunda,

 ”Ölümlü, bize kurbanlar sunmaya gelmiş.” dedi. Tekrar kahkaha atmaya başladı. 

Selim artık tepkisiz kalamazdı ve cevap verdi. 
“Kurban getirmedim.” dedi sesi titriyordu.

 “Onlarda artık bizden biri” diye cevapladı ses. 
Selim tutuldu, bir şey söyleyemedi.

Ses ;“Ölümlü ismini ver.” dedi. 

Selim artık bu soruyu cevapsız bırakamazdı. “Selim” dedi. Başkomiser Ahmet, Selimin kendi kendine konuştuğuna hükmedip yanına yürüdü ve çok sert bir tokat attı.

“Kendine gel.” dedi bağırarak. Selimin iki omzundan da tutarak silkeledi. Selimin omuzlarını bıraktığında sesi hala yankılanıyordu dar sokakta. Selim, yediği tokatın ve silkelenmenin hiçbir faydası olmamışçasına sokağın ortasına doğru boş boş  bakmaya devam ediyordu.