Translate

18 Mayıs 2012



HAYALET SOKAĞI

BÖLÜM 1

     Şehrin tam göbeğindeki isimsiz bir sokakta vakit gece yarısını bulmuştu. Aşırı alkol tüketiminden dengesini yitirmiş ve sarhoş olduğunu anlamak için pek de zorlanılmayacak, kısa boylu ve göbekli bir adam şarkı söyleyip yalpalayarak ilerlemeye çalışıyordu dar sokakta. Söylediği kelimeler anlaşılmasa bile, mırıltı şeklinde çıkan sesinden bir şarkıyı seslendirmeye çalıştığı belli oluyordu.

Sarhoş adam sokağın ortasına doğru yaklaştığında kafasını kaldırdı ve gökyüzüne baktı. Bu bakış onun yere düşmesini epey bir kolaylaştırdı. Yere düşer düşmez de gülmeye başladı. Yaptığı aptallıklara gülmeyi başarabilen nadir insan topluluklarından birine sarhoş denir. Buna şüphe yok diye düşündü ve gülümsedi.

Uykusunun geldiğini hissetti ve bir an için gözlerini kapadı. Birkaç saniye sonra gözlerini açtığında her tarafın zifiri derecede karanlık olduğunu gördü. Az önce yolunu aydınlatan sokak lambaları sönmüştü. Rüyada ya da büyük ihtimalle kabusta olduğunu düşünerek hafif ve kendinden beklenmeyecek bir nazik tavırla tebessüm etti. Ayağa kalkmak için birkaç dakika uğraştı. Ayağa kalktığında tam karşısında beyazlar içinde bir şeyin olduğunu gördü. Kafasını öne eğerek dikkatlice baktı. Gözlerini ovuşturdu tekrar baktı. Vücudunda titremeler başladı ve yutkunarak;

“Seeen. Abi ben. Burda yattım. Rüya..” dedi.

Kekelemeye başlamıştı. Karşısındaki Beyazlının ayaklarının olmadığını fark ettiğinde, zamanın durduğunu hissetti. Kafasını arkaya çevirmeye korkuyordu. Kaçmaya korkuyordu.Bir heykel edasında Beyazlının yaklaşmasını izledi. Beyazlı yavaşça yanına yaklaştı. Adam gözyaşlarına hakim olamadı.

“Ben bişey yapmadım.” dedi.

Karşısında duran Beyazlının gözlerinin soluk gri renkte olduğunu fark ettiğinde bir daha gözlerine bakmaması gerektiğini düşündü. Yankılı bir ses duydu, olabildiğine korkunç ve kasvetli bir ses;

“Bu sokak hayaletlerle dolu ve sen hayaletlerin huzurunu bozdun.”  dedi.

Ses o kadar korkunç yükseklikte çıkmıştı ki, sarhoş adam bütün şehrin bu sesi duyduğuna yemin edebilirdi.

“Ben ben bilmiyordum sokak. Özür dilerim ben bir daha olmaz.” diyebildi.

Nefesinin tükendiğini hissetti. Sesi o kadar boğuk çıkmıştı ki anlamsız bir gürültüden ibaret ve anlamsızca konuşmuştu. Az önce zil zurna sarhoş olan bu adam şimdi ise sanki hiç içmemişçesine yalpalamadan duruyordu. Sadece elleri ve ayakları titriyordu. Nefes alamıyordu. Birkaç dakikadır nefes almadığını düşündü.

Karşısında duran Beyazlının vücudunun ortalarına doğru sabitleştirdi gözlerini. Dikkatlice baktığında karşısındakinin içinden geçiyordu bakışları ve asfaltı görebiliyordu. Beyazlının hareketlendiğini gördü. Elini beline attı ve tabancasını çıkardı. Bütün şarjörü Beyazlının üstüne boşalttı. Bütün şarjörün bitmesi saniyeler sürmüştü sanki.

Kafasını kaldırdığında karşısında duran Beyazlının aynı yerde durduğunu gördü. Hafif bir sesle;

“Hayaletlere kurşun geçmez mi?” diyebildi.

Beyazlı bütün bu olan bitenden sonra, beyazlar içindeki elbisesinin içinden bir bıçak çıkardı. Uzun bir bıçaktı bu. Bıçakta aynı kendisi gibi şeffaftı. Adam donup kaldı ve boğazının kuruduğunu hissetti.

“Huzuru bozanların cezası ölümdür.” dedi Beyazlı.


Sesi çok gaddarca gelmişti kulağa. Bıçağı savurduğunda, adam yaklaşık on senedir sahip olduğu göbeğini kaybettiğini fark etti. Bıçak darbesi o kadar hızlı ve güçlüydü ki adamın göbeği yoktu artık ve iç organları yere dökülüyordu. Beyazlı ikinci bir hamle daha yaptı ve adamın tek bir kolu vardı artık. Tabancayı tutan eli omzundan budanmıştı. Kanlar fışkırıyordu.  Adam inleyebiliyordu sadece. Dizlerinin üstüne çöktü. Beyazlının üçüncü hamlesi de kusursuzdu. Adamın kafası iç organlarının süslediği asfaltta kan gölünün içindeydi artık..


            “..ilinde Mezarlık Sokağı olarak adlandırılan mevkide sabah saatlerinde çöpçülerin ihbarı üzerine olay yerine giden polis ekipleri, çok acı bir manzarayla karşılaştı. Mesai arkadaşları olan Komiser Murat vahşice katledilmişti. Olay yerinde hiçbir güvenlik kamerası ve görgü şahidinin bulunmadığı belirtiliyor. Yetkilliler soruşturmayı derinleştirmek için çalışmalara başladı.


1.Bölüm Sonu




.........................................................................................................................................







BÖLÜM 2

            Kitapların kokusuna aşık olmuştu genç kız. Seviyordu kitapları. Kendi başına yaşamaya başladığı günden bu yana, boş zamanlarında hep kitap okuyordu. Hayaletleri araştırmak üzerine kurulmuş bir hayat. Hayaletler üzerine yayımlanan her türlü belge, bilgi, kitap ve her neyse araştırıyor buluyor, gerekirse alıyordu. Bazen sabaha kadar, boynu tutulana kadar okuyor, araştırıyor ve yazıyordu. Yatağına geçtiği zaman ise hemen uyuyamıyor ve hayallere dalıyordu. Küçük kardeşi bu durumu fark ettiğinde ona bir isim takmıştı. ”Hayalet Kız”.
           
Göz kapaklarına daha fazla direnemeyeceğini hissetti. Okuduğu kitabı masasının üstüne bıraktı. Odasına geçerken içinde televizyonu açma isteği uyandı. Televizyonu açtı ve kanepeye oturdu. Birkaç kanal zapladıktan sonra bir kanaldaki haber programına denk geldi.

“..ilinde Mezarlık Sokağı olarak adlandırılan yerde sabah saatlerinde çöpçülerin ihbarı üzerine olay yerine giden polis ekipleri çok acı bir manzarayla karşılaştı. Mesai arkadaşları olan Komiser Murat vahşice katledilmişti. Olay yerinde hiçbir güvenlik kamerası ve görgü şahidinin bulunmadığı belirtiliyor. Yetkililer soruşturmayı derinleştirmek için çalışmalara başladı.”

            Mezarlık sokağındaki bu ölüm ilgisini çekmişti. Birkaç dakika daha haberleri izledikten sonra yatağına gitti ve yattı.

...............................

            Komiser Murat’ın vahşice katledilmesinin ardından 8 gün geçmişti. Polisler yine aynı mevkide bu kez bir taksicinin cesedini buldular. Taksinin kapısı açılmış ve taksiden yüksek seste müzik sesi geliyordu. Arabanın içinde üç tane bira şişesi vardı ve adam taksinin hemen yanında parçalara bölünmüş halde bulunmuştu.

“Bu bir vahşet” dedi polis memuru Necati.

“Nasıl bir psikopat yapıyor bunu?” diye cevapladı Komiser Selim ve devam etti.

“Muratı öldüren sapık bu adamıda öldürmüş. Nasıl beceriyor? Aynı yerde neredeyse aynı noktada yapıyor bunu. Hiç mi korkmuyor yakalanmaktan?”

Polis memuru Necati gördüğü manzara karşısında midesinin bulandığını hissetti.

“Bu bir seri katil olmalı. Türkiye’de seri katil olur mu?”

“Artık o kadar çok film yapıyorlar ki bu konu üzerine. İnsanlar özeniyor olmalı. Daha doğrusu manyaklar”

“Haklısınız komiserim. Adamın ailesini aradık. Buraya gelip teşhis edecekler. Yüzünde yara izi yok ve tanınabilir halde. Kafası kopmuş ama yüzüne  birşey yapmamış pis herif.” dedi.

“Karısı yada çocuklarını çağırmasaydınız. Babası gelmeli. Karısının bu manzarayı görmesine göz yumamam.”

“Babasına haber verdik komiserim.” dedi memur.

Komiser Selim, aynı sokakta oturan yaşlı bir kadınla konuşan Başkomiser Ahmet’i gördü. Yanına gitti.

“Başkomiserim bu sokağa giriş çıkışları yasaklamayı öneriyorum. Belli ki katil bu civara dadanmış.”

“Evet bu sokağa giriş çıkışı yasaklamak için gereken başvuruları valiliğe iletin. Birde kamera istiyorum Selim. Tam bu noktaya odaklansın.”

“Başkomiserim isterseniz bu sokağı tamamen kameralarla donatabiliriz.”

Başkomiser gözlerini alan güneşe aldırmadan Selim’e doğru baktı.

“Evet Selim. Bu daha iyi olur” dedi. ”Seni bu konu ile görevlendiriyorum Selim. Bu pislik bir daha bu sokakta hiç kimseyi öldürmemeli. Bu bir skandal. Bu konuyla bizzat sen alakadar ol. O adamı bul ve adalete teslim et. Bu civara yakın bir yerde sana bir yer tutacağız ve sen bu sokağa hakim olacaksın.”

“Hiç şüpheniz olmasın başkomiserim. Murat'ı katleden o pislik kendini gösterdiği anda yakalanacak.”

            Olaydan bir gün sonra sokağın her noktasını görüntüleyen bir kamera sistemi kuruldu. Komiser Selim'e sokağa çok yakın bir yerde bir ev tutuldu. Kameraların görüntülenme merkezinide bu eve kurdular. Selim bu evde sokağı görüntüleyen kamera sistemiyle birlikte beklemeye başladı. Sokağa giriş çıkış yasak olduğu için bir hafta boyunca kimse giriş yapmadı.

Selim umutlarını yitirmeye başlamıştı ki 8. gün bir adam koşarak polisin uyarı işaretleri koyduğu sokağa daldı.Adam deli gibi koşuyordu.Selim uzandığı kanepeden doğruldu ve izlemeye koyuldu.

            Hızlı bir şekilde koşan adam cinayetlerin işlendiği noktaya yaklaştığında aniden durdu. Elinde tuttuğu çanta benzeri nesne elinden düştü ve diz çöktü. Adam kafasını bir havaya kaldırıyor, bir yere indiriyordu. Af diler gibi ellerini havaya kaldırdı. Komiser Selim çok şaşırmıştı. Adamın karşısında ve çevresinde hiçbir şey yoktu. Adam yalvarır gibiydi.

“Ne yapıyorsun geri zekalı adam?” diye söylendi.

            Komiser Selim sigara paketine uzandı ama sehpanın üzerinde duran paketi alamadı. Donup kalmıştı. Adamın havaya doğru uzattığı kolları kopmuştu. Adam deli gibi çırpınıyordu. Yere düşen kollar seçilebiliyordu. Selim tecrübesine dayanarak, adamın kollarından fışkıran sıvının kamera ekranında kırmızı görünmemesine rağmen kan olduğunu anlayabiliyordu. Adam bir süre yerde çırpındıktan sonra bir şekilde ayağa kalkmayı başarabilmişti.

Kollarını kaybettiği için dengesini sağlayamıyordu. İleriye doğru bir adım attı. Sabit duran ayağı bir ağacın devrilişi gibi vücudundan ayrıldı. Adam çaresiz bir şekilde yüzükoyun yere düştü. Komiser Selim hareket edemiyordu artık. Ekrana kilitlenmişti.

            Yerde yatan ve çırpınan adamın kafası kendiliğinden havaya doğru kalktı. Vücudunun aldığı şekil herhangi bir insanın yapabileceği bir duruş biçimine benzemiyordu. İki kolu olmayan, bir bacağını kaybetmiş ve yüzükoyun yerde yatan adamın kafası sanki birisi tarafından saçlarından tutularak çekilirmişçesine havaya doğru kalkıyordu. Komiser Selim ekrana doğru iyice yaklaştı. Biraz bu şekilde duran adamın vücudu, tekrar aynı şekilde yere düştü. Yalnız bir eksiklik vardı. Adamın kafası hala havada duruyordu. Komiser Selim telefonunu eline aldı ve başkomiseri aradı.

“Cinayet” diyebildi sadece telefonu açan başkomisere. Havada duran kafa yere düştü.


2.Bölümün Sonu
............................................................................................................................................





BÖLÜM 3


     “Kameranın görüntülerinden birşey anlaşılmıyor. Neler oluyor burada. Ne gördün nee?” dedi başkomiser.

Oldukça sinirliydi. En güvendiği adam kendinden geçmiş haldeydi. Kameralarda cinayet anı görünmüyordu. En son görülen kare kapkaçcı çocuğun koştuğu anlardı. Kameraların hepsi bozulmuştu.

“Birşeyler var orada. İnsan değil. Hayalet olmalı. Hiç görmedim onu, hiç.”

“Kimi görmedin Selim?”

“Katili başkomiserim. Katili göremedim.”

“Hayalet olduğuna inanmamı mı bekliyorsun”

“Başkomiserim ben..” dedi ve başkomiser sözünü kesti.

“İfadeni alsınlar ve ardından bir aylık bir tatile çık. Hiç iyi görünmüyorsun. Sokağı tamamıyla kapattıracağım ve devriye polisleri her saat başı burayı teftiş edecek. Şimdi gidebilirsin.” dedi.

Komiser Selim ifadesini verdikten sonra evine döndü. Bir aylık izine ayrılmıştı. Gördüğü daha doğrusu göremediği şey bir hayalet olmalıydı. 3 gün boyunca bu soruların cevabını aradı. Günün sonunda bilgisayarını açtı ve araştırmaya başladı. Birkaç fotoğraf buldu ama fotoğrafların üzerinde oynandığını düşündü. Hayaletler hakkında yazılan yazıları okumaya başladı. Kişisel bir blog sayfasına rast geldi.

“Hayaletlerin var olduğuna inanmak ya da inanmamak sizin elinizde. Ama eğer var olduğuna inanıyorsanız ve onları gördüyseniz şu an yaşıyor olmanız da mümkün değil. Varlıklarını hissediyorsanız ise benimle iletişime geçin. Size yardım edebilirim."
^^hayaletkız^^

Hemen blog yazarıyla iletişime geçti. Karşılıklı mailleşmelerin sonunda telefon numarasını alıp aradı.

“Alo iyi günler. Umarım rahatsız etmiyorumdur.”

“Hayır beyefendi. Buyurun sizi dinliyorum. Maillerinizden pek birşey anlamadım.”

“Bir güvenlik kamerasından onları gördüm gözlerimle.”

“Kameralarda gözükselerdi bütün dünya varlıklarından haberdar olurdu. Sizinki bir göz yanılması olmalı.”

“Hayır. Hayaleti görmedim. Bir adamı katledişini gördüm. Adam yalvarırken kollarını kesti. Adamın çevresinde hiç kimseler yoktu. Onu öldürdü.”

“Mezarlık Sokağı cinayetleri değilmi?” dedi kız. Sesi hiç şaşırmışa benzemiyordu. “İsterseniz yüz yüze görüşelim.”

Komiser Selim bu soğukkanlılık karşısında oldukça şaşırmıştı.

“Tabi ki ama siz? Nasıl bu kadar soğukkanlı olabiliyorsunuz?”

“Hayatım boyunca onları araştırdım ve onları hissettim. Onlarla..” dedi ve duraksadı.

“Sanırım yüz yüze görüşsek daha iyi olacak.”

“Yarın öğlen vakti bir yer söyleyin bende geleyim.”

“Meydan Sokağındaki saat kulesinin orda. Yarın saat 13:00 de sizi bekliyor olacağım.”

“Bende orada olacağım hanımefendi. Peki nasıl tanıyacağım sizi?”

“Merak etme tanıyacaksın.” dedi kız ve devam etti. “İyi geceler. Size tavsiyem uyumaya çalışmanız. Yarın sorularınızın büyük bir kısmının cevabını verebileceğim kanaatindeyim.”

“Teşekkür ederim. Size de iyi geceler hanımefendi.” dedi ve telefonu kapattı.

            Gece boyunca uyumaya çalışan Selim bir türlü uyuyamıyordu. Gözlerini kapattığında cinayet anı gözlerinin önüne geliyordu. Aklını kurcalayan en temel soru; kendisi canlı olarak kamerada cinayeti görebildiği halde, birkaç saat sonra tekrarının izlenememesi ve kamera kayıtlarının bozulmasıydı. Acaba Selimin izlediğini fark etmişler miydi? ...




3.Bölümün Sonu





4.BÖLÜM


            Aynada sabaha kadar kırpmadığı gözlerinin içine baktı. Aynada baktığı kişi kendisi olmasına rağmen, bir an tanıyamadı. Gözleri kan çanağına dönmüş, saçları birbirine karışmış ve sakalları şekilsiz bir biçimde uzamıştı. Uzun boyu, koyu kahverengi gözleri, kemerli burnu ve kalın dudakları onu yakışıklı bir adam yapan ayrıntılardan birkaçıydı. Hep dikkat çeken bir adam olmuştu çevresinde. Şimdi bu haliyle sokaklarda yaşayan evsiz bir adamı andırdığını düşündü.

Günlerdir duşa girmemişti. Daha doğrusu girememişti. Okuduğu bir kitapta ;”Bir adam polis bile olsa, polisten de ziyade bir silahı olsa; an gelir ve korkar. Ne yiğitlik tasladığı silahı, ne de mangal kömürüne benzettiği yüreği onu bu korkunun içinden çekip çıkaramaz.” diye yazıyordu yazar.

Korkularının üstüne gitmesi gerektiğinin farkına vardı. Üzerindeki cinayet gününden kalma elbiselerini çıkardı ve banyoya doğru yöneldi. Odasından çıkıp koridora geçti. Banyo koridorun sonundaydı.

Banyo kapısı, Selim’in gözünde, nurla kaplı bir ışık dikdörtgeni şeklinde belirmişti. Koşarak gitmek ya da yürümek. İkisinin de arasında bir hızla o kapıya doğru hareket ediyordu. Sırtındaki tüylerin ürperdiğini hissetti. Acaba arkasında biri mi vardı? Bakmak ya da bakmamak. Bakarsa, yenilgiyi kabul edecekti. Korku, bu cesur adamı tamamıyla esir alacaktı. Bakmazsa da arkasından gelecek hançer darbesine karşı gardını alamayacaktı. Bütün bu gelgitlerin içerisinde kapıya yaklaştığını hissetti. Başarmak üzereydi. Bir adım, bir adım daha. Evet, tam olarak böyle işte. Elini kapının koluna değdirdiğinde bu büyük mücadelenin galibini de belirlemiş oluyordu. Kazanmıştı. Karanlığa yenik düşmemişti. Artık bir kahramandı o.

Epey bir süredir duş alırken gözlerini kapayıp, hayallere dalmak ve duştan çıkana dek gözlerini açmamak en büyük fantezisi olmuştu. Tabi ki yalnız girdiği zamanlarda bu geçerliydi. Uzun zaman önce ayrıldığı sevgilisinden bu yana da kadınlardan uzak duran bir ortaçağ rahibini andıran bir yaşantısı olmuştu. Bu gerçeği göz önüne alınca da uzun zamandır yalnız bir banyo seremonisi yaşadığını anlamak güç değildi.

Musluğu açtı ve buz gibi akan suya direnmeye başladı. Soğuk su vücuduna değdiğinde bağırmamak için kendini zor tutuyordu. Bir kaç dakikalık mücadeleden sonra suya alıştı. Soğuk su ile temas eden hücreleri, az önceki kahramanlık hikayesini hatırlayınca utanıyormuşçasına vücut ısısını ayarlama görevlerini yerine getirmiyorlar, belki de isyan bayraklarını göndere çekiyorlardı. Selim ise mantığına, az önceki olayın yaşanmadığını kabul ettirmekle meşguldü.

Gözlerini kapatıp açma aralığını o kadar kısa tutuyordu ki bu, içinde bulunduğu psikolojik durumu açıklar nitelikteydi. Oysa ki en büyük fantezisini bir gelenek haline getirmişti zamanla. Banyoda çok uzun süre kalmasa da, kirlerinden arınacak kadar kaldığından emin olup aceleyle banyodan çıktı.

Atlet’in icadından habersiz bir hayat sürmüştü şu ana kadar. Gömleğini sırtına geçirdi ve düğmelerini iliklemeye başladı. Giyinme işlemini tamamladıktan sonra aynanın karşısına geçip tekrar tanıdık birini aramaya başladı. Soğuk su sayesinde biraz kendine gelmişti. Az da olsa toparlanmış olmanın verdiği huzurla bilgisayarının başına döndü ve saate gözü ilişti.

Saat 11.04’ tü. Buluşmaya daha iki saat vardı. Evdeki tedirgin hava onu 4 gündür ıssız bir adama dönüştürmüştü. Evden çıkıp erkenden buluşma yerine gitmeye karar verdi. Telefonunu, sigara paketini ve çakmağını aldı. Yüzlerce kez kilitlerini kontrol ettiği kapısına yöneldi ve kilitleri açmaya başladı. Bütün bu ritüelleri tamamladıktan sonra tekrar kilitleme gereği duymadan kapıyı kapatıp merdivenlere yöneldi.


Saat Kulesi’nin karşısına vardığında saat 12.34’ tü. Yolda epeyce oyalanmış ve ayak üstü bir şeyler atıştırmıştı. Kulenin etrafına bakınmaya başladı. Birkaç simitçi, fotoğraf çekinen turistler ve koşuşan çocuklar gördü. Saat kulesinin tam önünde ise ona bakan bir çift göz vardı. Bir kadın ona bakıyordu.

Kadına doğru yönelip yolun karşısına geçti. Yaklaşırken kadını iyice inceleme imkanı bulmuştu. Kadın gotik bir stile sahipti ve saçları koyu siyah renkteydi. Vücudunda bir sürü dövme vardı. Küpeleri büyük ve birbirinden farklıydı. Tırnaklarındaki ojenin rengi de siyahtı. Çekici ve farklı bir görünüme sahip olduğunu düşündü Selim. Giydiği kısa siyah elbisenin sıfır kollu ve etek kısmının epey bir kısa olması genç polisin gözünden kaçmadı tabi ki ama, şu an bunları düşünecek bir ruh halinde değildi.

Kızın gotik bir görünüme sahip olması ve toplumun çoğu kesimi tarafından aykırı olarak değerlendirilmesi, Selim’in polislik sezilerini tekrar ortaya çıkarmış gibiydi. Kızın kollarında morluklar aradı ama bulamadı. Yüzünde beyaz toz zerreleri aradı. Bütün görebildiği ise kusursuz yüz hatları, siyah renk rujla kaplı da olsa dolgun dudaklar ve masmavi iki gözdü. Bu da azımsanmayacak bir güzellik göstergesi sayılırdı.

Kalp atışlarının hızlandığını hissetti. Heyecanlanmıştı. Sorularının cevaplarını alacağı için heyecanlanmış olmalıydı. Belki de kızın güzelliğiydi onu heyecanlandıran. Bu sorunun cevabını henüz bilmiyordu ve kadının tam karşısında durdu. Nezaket kurallarını uygulamanın zamanı gelmişti artık. Elini uzattı.

“Merhaba. İyi günler. Ben Selim.”

“İyi günler Selim bey. Ben Hayalet Kız.” dedi kadın ve tebessüm etti.

“Bir isminiz yok mu?”

“Melek.” dedi.

Selim de tebessüm etti.

“Tanıştığımıza memnun oldum Melek hanım.”

“Bende Selim bey” diye cevapladı kız.

“Nerede konuşalım?” diye sordu Selim.

“Karşıda bir kafe var. Oraya gidip konuşabiliriz.”

“Elbette” dedi Selim.

Kafeye doğru yürüdüler. Selim kalp atışlarına hakim olamıyordu. Konuşurken hızlı bir şekilde konuşmuş ve heyecanını belli etmemeye çalışmıştı. Bu gereksiz düşüncelerinin arasında kafeye girdiler. Kafe iki katlıydı. Üst katında bir terası vardı. Selim girerken kafenin tabelasına dikkat etti. Tabelada “Kayıp Rıhtım Kafe” yazıyordu.

Öğlen saatleri olduğu için insanlar, sıcaktan korunmak amacıyla bu kafeye sığınmış gibiydiler. İnsanlar soğuk içeceklerini yudumlarken Selim yine polislik sezileri ile aşağıda oturan insanların konuşmalarına, isteyerek kulak misafiri oldu. Kısa bir zaman diliminde dinleyebildiği kadarıyla insanlar Fantastik Edebiyat üzerine konuşmalar yapıyorlardı. Selim soruşturma açmaya ve tutuklamalar yapmaya gerek olmadığına karar verip Melek ile birlikte merdivenlerden yukarıya doğru çıkmaya başladı.

Melek önden yürüyordu. Teras katına çıktıklarında Selim’e doğru bakarak, dile getirmeden nereye oturmaları gerektiğini sorarcasına bir bakış attı. Selim tüm beyefendi nezaketini gösteren bir kol hareketiyle, terasın en ucundaki masayı işaret etti. Herşey eski Türk filmlerindeki gibi cereyan ediyordu. Selim’in günlerdir soğuklukla terbiye ettiği vücudu ısınır gibi olmuştu.

Masaya oturdular. Garson elindeki tepside boş bardaklar ve hoş bir gülümseme ile yanlarına geldi.

“Kayıp Rıhtım Kafe’ye hoşgeldiniz. Ne arzularsınız ?”

Melek portakal suyu istedi. Selim ise maden suyu getirmesini söyledi. Sade olması konusunda da garsonu uyardı.

Selim’in saatlerce sürdüğüne yemin edebileceği fakat gerçekte saniyeler süren bir göz temasından sonra Melek konuya giriş yaptı.

“Selim bey burada konuşacaklarımız sizi korkutabilir. Bu konuşmadan sonra kendinizi güvende hissetmeyebilirsiniz. O yüzden sizi uyarmak istiyorum.”

“Ne olursa olsun beni anlayabilecek birisi ile konuşmaya ihtiyacım var.”

“Peki o zaman. Lafı uzatmaya gerek yok.” dedi Melek. Anlaşıldığı kadarıyla bu gereksiz nezaketlerden sıkılmıştı.
“Selim Bey tam olarak ne gördünüz?”

“Cevabını sizin vereceğinizi umuyordum.” dedi Selim.

“Hayaletleri göremezsiniz. Onlar yaşayan insanlara görünmezler”

“O adam yaşıyordu ama.”

“Hayır o adam ölüyordu Selim bey. Sadece siz, onun infazını gördünüz.”

“Bunları nasıl bilebiliyorsunuz?”

“Benim bildiklerimi merak etmeniz çok ilginç. Asıl sormanız gereken soruyu henüz sormadınız.”

Selim boğazının kuruduğunu hissetti. Kalp atışlarına hakim olamadığını hissediyordu ve elleri terliyordu. Soracağı sorunu cevabından korkuyordu. Cesaretini topladı;

“Benim bu infazı gördüğümü biliyorlar mı?”

Melek, derin bir nefes aldı ve tam bu sırada garson geldi. Servisi yapan garson hızlı bir şekilde yanlarından uzaklaştı.

“Siz ne düşünüyorsunuz bu konuda?” diye soruyla cevap verdi Melek.

“Ben bilmiyorum. Hissetmiş olmalılar.”

“Evet onlar sizin izlediğinizi biliyorlardı.”

“Niye? Benim izlememi niye istesinler?” dedi. Kabullenmek istememişti bu gerçeği.

Melek duraksadı ve tekrar Selim’in gözlerinin içine baktı.

“İstemediler. Selim bey anlayamıyor musunuz?”

“Neyi anlayamıyorum ?”

“Üç tane cinayet oldu şu ana kadar orada değil mi ? Haberlerde söylendiğine göre üçü de aynı noktada işlenmiş.”

Selim’in kafasında, inşaat yapıp binayı tamamlamasını ve bütün denklemleri çözmesini engelleyen o eksik taşlar artık yerine oturmuştu. Selim bir bilge gibi hissetti kendini. Artık herşeye va’kıftı.

“Benim izlediğimi hissettiler fakat bana ulaşamadılar.”

“Evet tam olarak öyle Selim bey.”

“Peki ne yapmalıyım şimdi?”

“Bence hayatınız boyunca o sokağa adım atmayın. Bu olayı unutun ve hatırlamayın.”

“En yakın arkadaşımı öldürdüler.”

“Gidip tutuklamayı denemelisiniz o zaman.”

“O sokakta insanlar ölüyor. Birşeyler yapmalıyım. Üstelik sen bu bilgilere nereden ulaştın? Nasıl bilebiliyorsun? Anlayamıyorum.”

“Her kahramanın bir hikayesi vardır.” dedi genç kadın. Portakal suyundan ilk yudumunu aldı ve konuşmaya devam etti.

“Benim hikayem de sana benziyor aslında. Anlatmak isterdim ama dediğim gibi ben unutmayı seçenlerdenim.”

“Ya benim gibi unutmayı seçmeyenler. Onlar nerede?”

“Çoğu mezarda hatta neredeyse tamamı.”

“Mezarlık Sokağında var olan her neyse onu oradan uzaklaştırmalı ve geldiği yere geri göndermeliyim. Bunun için bana yardım etmelisin. Mezarlık Sokağı cinayetleri yüzünden kafayı sıyıran bir polis olmak istemiyorum. ”

“Üzgünüm ama yapabileceğin pek fazla bir şey olmadığı kanaatindeyim.”

“Peki, senin gözünün önünde kimi öldürdüler? Ya da kollarını ve bacaklarını koparıp, kafasını kestiler ? Ben bunları görüp te bir şey yapamayan korkaklardan biri olmak istemiyorum.”

Bu soruların bir cevabı vardı elbette. Fakat Selim çok sinirli bir şekilde sormuştu. Melek ona yardım etmeye çalışıyordu. O ise yaralı bir aslan gibi saldırganca davranıyordu.

Meleğin  kalbinin derinliklerine gömüp üzerini toprakla kapattığı bir hikaye vardı. Melek o hikayede küçük bir kızı canlandırıyordu. Yanan bir binanın içinde ölen insanları gören, ama elinden hiçbir şey gelmeyen masum bir çocuk. Üstelik olayın başından sonuna kadar şahit olan tek kişi de o küçük kızdı.

“Mezarlıklar rahatsız edilinmemesi gereken yerlerdir. Küçük bir çocukken oturduğumuz evin karşısında, bir mezarlığın üzerine yapılmış bir ev vardı. Bir yangın çıktı ve o binada yaşayan bütün insanlar çığlıklar atarak yandılar. Yaşlı insanlar ve küçük bebekler bile. Hepsi öldü. Bunların hepsini gören tek kişi ise bir kız çocuğuydu. ”

Selim çok akıllı bir adamdı ve Meleğin tahmin edemeyeceği bir çıkarımda bulundu.

“Hayaletlerin ateş yakabildiklerini bilmiyordum. Hayaletler ateş yakabiliyorlarsa niye insanlara görünüp onları öldürsünler ki. Belki birileri yardım etmiştir. Belki de ...” dedi Selim. Cümlesini tamamlayamadı.

Melek cümlenin tamamlanmasına izin vermeden masadan kalktı.Çok sinirlenmişti. Yıllardır kendine bile söyleyemediği bir gerçek ortaya çıkıyordu. Buna izin veremezdi. Bu noktadan sonra sorulacak sorular Meleğin bütün savunma mekanizmalarını kıracaktı. Masadan çantasnı aldı. Selim çantayı alan o narin ellerin titrediğini gördü. Az önceki cesur kız gitmiş ve yerine huysuz bir çocuk gelmişti.

“Ben size yardım etmeye çalışıyordum. Madem ki beni yargılamayı seçiyorsunuz, kendi korkularınızla kendiniz yüzleşin o zaman.“ dedi ve merdivenlere doğru yürüdü.

Merdivenlerinin ilk basamağına adımını attığında gözleri yaşlarla doldu. Karşısında bir polis vardı. Oldukça akıllı bir adama benzeyen bu polisin olaylara farklı perspektiflerden bakabileceği aklına geldi. Hayaletlerin ateş yakması çok saçma birşeydi ve polis inanmamıştı. Bu durumda o ateşi yakan tek bir kişi olabilirdi. Görgü şahidi olan o küçük kız...







4.Bölümün Sonu















5. Bölüm


            Hala ağlıyordu. Buluşmadan sonra akmaya başlayan göz yaşlarına hakim olamıyor ve vücudunun en masum zerrelerini boşluğa bırakıyordu. Eve gelirken sigaraya ihtiyacı olacağını düşünüp, marketten sigara almayı akıl edebilmişti. Marketçinin “kedi kesen” olarak tabir edebileceği ve her insanın göremeyeceği bir güzellikle kutsanmıştı aslında. Siyah hüznün rengiydi ve onun başka bir renk seçme özgürlüğü yoktu.

            Bir sigara daha yaktı. Artık başını döndürmüyordu sigaralar, yapabildikleri tek şey ciğerlerini zehirle doldurmaktı. Derin derin nefesler çekti, derinlere tüpsüz dalış yapan dalgıçların dalmadan önce yaptıkları gibi. İçinde bir yerlerde bağırıp çağıran ve kaybedilen çocukluğu vardı. Hiç yaşayamadığı. Hastaneler ile evi ve hiç ait olduğunu hissedemediği okulu arasında geçen bir çocukluk. Katran karası korkularla bezenmiş kabusların kucağında, çığlıklar atarak uyandığı sabahları hatırladıkça hüzünle doluyordu ve hıçkırıyordu. Hıçkırıkları dumanlara boğuluyor ve kayboluyordu odanın loş ışığında.

            Saat epeyce bir ilerlemiş ve gün doğumuna yaklaşmıştı. Artık midesinin daha fazla nikotin yüklemesini kaldıramayacak kadar zayıf olduğunu hissettiğinde, yatak odasına doğru yürümeye başladı. Yatak odasını kapısını açtığı anda arkasında sırtını yalayan bir soğukluk hissetti. Sanki birileri sırtına dokunmuş ve ona arkasını dönmesini söylemişti. Olduğu yerde bir heykel edasında kalakaldı ve hareket kabiliyetlerini bir süreliğine kullanamadı. Arkasını döndüğünde ise odasının karşısında duran, kapısı açık mutfağın penceresinin sonuna kadar açık olduğunu fark etti. Kendi odasının kapısını açınca oluşan cereyan onu, bir anlığına faili meçhul cinayetlerin ve korku filmlerinin içerisine sokuvermişti. Hızlı adımlarla mutfağa yöneldi ve pencereyi kapattı.

            Artık yatağındaydı. Yatak odası apartman boşluğuna baktığı için perdesi yoktu. İçeriye ışıkta girmiyordu ki, bu da odayı tamamıyla karanlık yapıyordu. Çok yorgun hissediyordu. Sigara başını ağrıtmıştı ve gözleri sızlıyordu. Üzerinde buluşmadan beri bulunan elbisesi ile yatağa girmişti ve huzursuz hissetti kendini. Yatağından doğruldu, ayağa kalktı ve elbisesini çıkardı. Çamaşır sepetine doğru tam isabet bir atış yaptı ve tekrar yatağına doğru yönelirken bir ses duydu. Derinlerden gelen bir ses. Duymak ile duyamamak arasında süregelen bir kısalıkta;

“Tık, Tık, Tık.”

            Biri kapıyı çalmış olmalıydı. Ama bu saatte kim? Komiser Selim? Hayır o olamazdı. Evinin adresini vermemişti. Takip mi etti yoksa? Yok, hayır o kadar da değil. Bu düpedüz sapıklık olurdu. Peki kim çaldı bu lanet olası kapıyı? Yatağından kalkıp kapıya bakabilirdi ama şehir artık hiç güvenli değildi. Gözü dönmüş bir banka soyguncusu polislerden kaçarken bu evi saklanmak için kullanmak istiyor olabilirdi. Gülümsemeliydi bu saçma düşüncelerine ama beceremedi.  Bu düşünceler arasında yatağının üstünde iki üç dakika kadar oturduktan sonra çok yorgun olduğunu fark etti. Kapının çalmasının bir duygusal sanrı olabileceğinin farkına vardı. Yastığına kafasını koydu ve yorganını üstüne çekti. O kadar yorgundu ki gözleri kapanıverdi, masal dinleyen bir çocuğun göz kapaklarını kapanışını andıran bir masumlukla.

            Rüyasında uyandı. Yatağında doğruldu. Burası onun yatağı değildi ve onun odası da olamazdı. Çünkü bu odada gece lambası vardı. Bir çizgi film karakterinin posteri de tam karşısına özenlice asılmış ve gülücükler saçıyordu etrafa. Küçükken oturdukları evdeki odasındaydı. O çizgi film karakteri de en sevdiği çizgi film karakterinin ta kendisiydi ve babasına bu posteri aldırmak için günlerce yalvarmıştı. Posterin yanında da bir boy aynası duruyordu. Küçükken daha süslüymüşüm diye düşündü. Ayağa kalktı ve aynada kendini gördü. Ama bir yanlışlık vardı. Çocukluk hali ile karşılaşacağını sanırken sabahki elbisesi ile aynanın karşısında belirmişti. Peki küçüklüğü neredeydi? Korktuğunu hissetti ve arkasını dönüp caddeye bakan pencereye yöneldi.

Akşam vaktiydi ve çocuklar saklambaç oynuyorlardı. Küçüklük arkadaşlarından Pelin’i gördü. Pelin’i o evden taşındıkları günden bu yana hiç görmemişti. Küçükken nefret ettiği bu kız şimdi içini ısıtan bir arkadaşı oluvermişti. Pelin ebe olmuş ve sayıyordu. Bütün çocuklar aşağıya doğru kaçarken bir kız çocuğu, caddenin tam karşısında duran ahşap evin içine doğru giriyordu. Pembe elbisesini hemen tanıdı. Kendi çocukluğunu görüyordu. Çocukluk hali o eve giriyordu. Pencereyi açmak istedi ama pencerenin bir kolu yoktu. Arkasını hızla döndü ve kapıya koştu ama kapı da yoktu. Her taraf duvardı ve sadece caddeye bakan duvarda bir pencere vardı. Yatak, poster ve ayna yok olmuştu. Olduğu yerde kaldı. Sonra kendini toparladı. Kendine bir tokat attı ve yüzünün acıdığını hissetti. “Rüyada değil miyim ben?” Rüyada olmalıydı bunların mantıklı bir açıklaması olamazdı. Bu soruların cevapları ile daha fazla uğraşamayacağını hissedip tekrar pencereye yöneldi. Bu sefer pencerenin sonuna kadar açık olduğunu fark etti. Gecenin karanlığı ve elektriklerin kesilmesi sokağı çok koyu bir karanlığa gömmüştü. Küçük Melek’i ararken ahşap evin önüne park etmiş bir tanker gördü. Birden bir sokak lambası yandı ve tankerin altından sızan sıvıların, ahşap eve doğru eğimli olan sokaktan, o eve doğru bir küçük nehir gibi aktığını gördü. Elinde sımsıkı bir şeyler tutan bir çocuk vardı. Tankerin çok uzağında ve kendi evlerinin önünde. Çocuk tankere doğru yürüdü. Karanlıktan hiç korkmuyordu. Elinde tuttuğu şeyi karıştırmaya başladı. Bir kıvılcım belirdi karanlık sokakta ve çocuk yaktığı kibrit çöpünü yere attı. Koşarak pencereye doğru gelmeye başladı. O küçük kıvılcım, kıvrımlar çizerek tankere doğru yöneldi. Çok ağır ilerliyordu kıvılcımlar. Gözlerini kıvılcımlardan alıp çocuğa doğru yöneltti. Pembe pijamalar giymiş kendi çocukluğunu gördü. Pencerenin önüne koyduğu sandalyeye tırmanan çocuk pencereden içeriye atladı ve pencereyi kapattı. İki elini çenesine koydu ve izlemeye koyuldu. Tanker büyük bir gürültü ile patladı ve ahşap evi bir anda büyük ateş kıvılcımları sardı. Melek kendi küçüklüğüne baktı.

“Ne yaptın sen?” dedi telaşlı bir ses tonuyla.

“Ben yapmadım Melek. Sen yaptın.”

“Hayır ben yapmadım. Hayır. Ben yapmadım. Hayır.”

“Sen yaptın Melek. Şimdi çığlıkları dinle. Çok sevdiğin Şeker Hüseyin amca pencereden atlayacak bak.” dedi çocuk.

            Pencereden yanan bir adam atladı çığlıklar atarak. Melek kafasını çevirdi ama çocuk sert bir şekilde kolundan tuttu ve kafası istenmeyen bir biçimde tekrar bu manzaraya döndü. Pamuk gibi bembeyaz sakalları ile küçük çocuklara şekerler veren ve ahşap evin en üst katında yalnız yaşayan Hüseyin amca çığlıklar atarak yere düşüyordu. Vücudunu kıvılcımlar saran bu adamın bembeyaz sakalları görünebiliyordu.

“İkiz bebekleri olan Aysel Teyzenin haykırışlarını duyabiliyor musun? O bebekler daha 4 aylıktı.” dedi çocuk. Sesi o kadar zalimce geliyordu ki kulağa Melek bu çocuktan nefret etmişti.“Hayıııır. Yardım edin. Kurtarın bebeklerimi. Hayııııır.” O kadar içten gelen bir sesti ki bu Melek gözyaşlarını tutamadı. Bir anne kendi canından geçmiş, çocukları için haykırıyordu. Bebeklerini çığlıkları yükseldi ateşlerin arasından ve çocuk Meleğin kolunu bıraktı. Melek dengesini yitirdi ve düşmeye başladı. Az önce bir odadayken, şimdi göklerden aşağıya doğru süzülüyordu tam ateşin üstüne doğru.

            “Hayııııııııııııır.” dedi. Kan ter içinde kalmıştı. Odası aydınlıktı. Güneş doğmuştu ve yeni bir gün başlamıştı. Melek yatağında doğruldu ve ağlamaya başladı. Yatağının yanındaki komidinin üstünde duran küçüklük fotoğrafını eline aldı ve çok sert bir şekilde yere fırlattı. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Ayağa kalktı ve salona koştu. Telefonunu eline aldı. En son arananlar listesinden bir numara seçti ve aradı.

“Alo Melek Hanım?”

“Selim Bey tekrar görüşmeliyiz.” dedi..


5.Bölümün Sonu









6.Bölüm

12 Mayıs 2015 – İstanbul

“Sizi bu kadar hüzünlendiren nedir? Bir hatam mı oldu? Eğer öyle bir şey varsa gerçekten özür dilerim.”

“Hayır Selim bey. Sizinle alakalı bir durum değil bu. Yüzleşmekten kaçındığım şeylerle artık yüzleşmem gerektiğini fark ettim.”

“Nasıl yani?”

“O kafede otururken size hayatımın en karanlık gerçeğini söyledim. Evet Selim Bey, Ben bir katilim. İnsanları öldürdüm. Yaşlı bir adamı ve küçük bebekleri..” dedi Melek. Cümlesini tamamlayamamıştı. Gözlerinden yaşlar süzülüyor ve hıçkırıyordu.

“Neler söylüyorsunuz Melek Hanım? Biraz sakin olur musunuz?” dedi Selim ve elini Melek’in eline doğru uzatarak, bir şefkat yoğunluğu ile kavradı. Kendi ellerinin soğuk olduğunu düşünüyordu fakat Melek’in elleri buz gibiydi.

Selimin evindeki tek kanepeye yan yana oturmuşlar fakat aralarındaki o gizemi ve resmiyeti yitirmek istemezmişçesine, ikisi de uç taraflara yerleşmişlerdi. Selim, karşısında hüngür hüngür ağlayan bu kadını sakinleştirmek için ellerini tutmuş ve sonra yavaşça yanına sokulmuştu. Melek, elini tutan bu yakışıklı ve babacan tavırlı adama koşulsuz kalamamış ve başını bu adamın omzuna yaslayıvermişti.

“Hayatımı mahveden bir olay bu. Hiç kimse bilmiyor. Artık dayanamayacağım. Bu suçun bedelini ödemeliyim.”

“Lütfen sakin olun. Ne yaptınız ki kendinizi bu kadar suçluyorsunuz?”

Melek ağır bir şekilde başını yaslamış olduğu omuzdan kaldırdı “Saklambaç oynamayı sever misiniz? Daha doğrusu sever miydiniz?” diye sordu. Hıçkırıkları kesilmiş ve kendini toplamış gibiydi. Selimin elini çok sıkı bir şekilde kavramış olması bu adama güvendiğini anlatır gibiydi.

“Evet. Küçükken çok oynardık ve severdim de.”

“Bende çok severdim. Küçük bir çocukken her gün, akşama kadar oynardık. Hatta akşamları da çıkıp kaldığımız yerden devam ederdik. Bir akşam üstü yine bu şekilde bir oyunun içindeyken, saklanmak için evimizin karşısındaki ahşap evin kapısından içeriye girdim. Bu ev 3 katlı bir evdi ve her katta bir daire vardı. En üstte yaşlı Hüseyin dede, ortanca katta mahallenin bakkalı Erdal amca ve eşi, alt katta Ferit ağabey ve eşi Aysel teyze, zemin katta ise 3 tane öğrenci oturuyordu. O evdeki herkesi tanıyordum ve seviyordum. O gün oraya girdiğim an elektrikler kesildi ve korktum. Beni bulamasınlar diye zemin katında aşağısına, bodruma doğru girmiştim. Merdivenleri bulmaya çalıştım ama çok karanlıktı, bulamadım. Karanlıklardan bir ses duydum. Çok derinlerden geliyordu ve çok acımasız bir sesti bu. Birileri, sanki bir koroymuşçasına “Hayaletlerin huzurunu bozan da kim!” diye bana seslendi. Ben ağlamaya başladım. O anda elektrikler geldi ve oradan çıktım.”

“Onları gördün mü?” dedi Selim. Melek anlatırken hiç nefes almamış gibiydi. Sesi boğuk çıkmıştı.

“Hayır Selim. Onları görürsen ölürsün. Sadece ölüler, hayaletleri görebilir.” dedi ve gözleri ile Selimin gözlerini buldu. Selim az önceki samimiyet içeren cümleyi hemen kavramıştı ve gereksiz nezaket ifadelerini kullanmayacakları için çok mutluydu. Bunun yanında bu olayın devamında neler olduğunu da merak ediyordu. Bunları düşünmesi, yüzünün garip bir hal almasına neden olmuştu. Sırıtmak ile sırıtmamak arasındaki ince ama bir o kadarda kaba bir görüntüsü vardı.

“Peki ya sonra ne oldu Melek?” dedi. Melek dememesi gerekliydi bu soruda ama dayanamamış ve samimiyetlerini bir kez daha onaylatmak istercesine zaruri olarak çıkarıvermişti ağzından.

Melek bu göndermeyi umursamazmışçasına büyük bir heyecanla ”Bu olaydan birkaç gün sonra, geceleri bu garip sesler kulağımda çınlıyordu artık. Her gece hiç aksatmadan benimle konuşmaya çalışıyorlardı. Onları göremiyordum ama duyabiliyordum.” Melek yine hüzünlendi ve hıçkırmaya başladı.

Selim az önce böyle bir yükümlülüğü yokken, birden bire teselli edici ve sakinleştirici esas adam rolüne bürünen, kendinden emin bir ses tonuyla;
 “Babana, annene ya da başka birine bu seslerden bahsettin mi?” diye sordu. Bu garip olayda ki hayaletler hiç ilgisini çekmemiş ve çok normal karşılamış gibiydi.

“Elbette ettim. Babam birkaç gün yanımda yattı. Babam yanımdayken bile o sesleri duyabiliyordum. Babamı uyandırdım ve sesleri duyup duymadığını sordum. Duymadığını söyledi ve doktora götürdü beni. Hayatımın 4 senesini hastane köşelerinde, psikologların sorularına maruz kalarak geçirdim. Onlara her şeyi anlattım ama inanmadılar.” dedi ve sustu. Uzun bir süre belki bir dakika, belki beş dakika, belki de bir ömür, bir boşluğa yöneltti bakışlarını. Dalıp gitmişti o günlere. Sessizliği bozan Selim’in bir sorusu oldu.

“Ya sonra?”

“Sonra mı?”.

 Melek az önceki söylediklerini unutmuşçasına şaşırmıştı. Ama artık herşeyi anlatmakta kararlıydı.
“Seslere alışmaya başlamıştım artık. Kafamın içinde dönen o seslere cevaplar vermeye başladım. Adımı sordular, adımı söyledim. Bundan sonra adım ile hitap etmeye başladılar ve beni çağırdılar.” dedi ve yutkundu. Biraz duraksadıktan sonra devam etti. “Beni rahat bırakacaklarını ama önce onların istediği bir şeyi yapmam gerektiğini söylediler. Ne yapacağımı sordum. Sadece bir ateş yakmam gerektiğini söylediler. Niçin diye sordum. Özgür kalmak istediklerini söylediler.” dedi ve tekrar Selim’in gözlerinin içine baktı.

”Ben küçük bir çocuktum sadece. Neyin iyi neyin kötü olduğunu bilmiyordum.” dedi. Bunları söylerken yüzünün aldığı o hal en duygusuz insanları bile dize getirebilecek derecede masumdu. Biraz duraksadıktan sonra devam etti. ”Kabul ettiğimde, beklememi söylediler. Bir Çarşamba günüydü. Akşam vakti ahşap evin önüne, bir tanker yaklaştı. Orada kaldı. Sonradan öğrendik ki tanker bozulmuş ve akşam olduğu için sahibi orada bırakmak zorunda kalmış. Gece olduğunda, uykumdan uyandırdılar ve pencereyi açıp odamdaki küçük sandalyemi dışarıya çıkarmamı istediler. Dediklerini yaptım. Sonra mutfağa gidip masanın üzerinde duran kibriti almamı söylediler. Dediklerini yaptım. Pencereden dışarıya çıkmamı istediler. Zemin katta oturduğumuz için dışarıdaki sandalyeye basıp dışarıya çıktım. Tankerin yakınına gelmemi söylediler ve tankere yaklaştım. Kibriti yakıp yere atmamı ve odama dönüp penceremi kapatmamı istediler. Dediklerini yaptım. Odama tekrar çıkıp pencereyi kapattım ve sonra..” dedi ve tekrar hıçkırmaya başladı.

Selim bütün olanları anlamıştı. Bir şeyler söylemeliydi, avutmalıydı. “Küçük bir çocukken yaptığın bir şey bu. Üstelik bunu sen yapmadın. Sonuçlarının ne olacağının veya insanların öleceğinin de farkında değildin. Bu sesler ile seni kandırdılar ve sana hükmedip kendi istediklerini yaptırdılar.”

“Yanan insanları izledim. Bebeklerin ..” dedi Melek. Artık hüngür hüngür ağlıyordu. Günlerdir döktüğü gözyaşları, göz pınarlarını tüketmemiş aksine çoğaltmışçasına, boncuk boncuk ağlıyordu. Selime döndü; “Sana da yaptıracaklar.” dedi. Sesi ağlamasından kaynaklanan bir hüzne bulanmıştı.

“Ben onlara ulaşmadan onlar bana ulaşamazlar ki.” dedi Selim. Kabul etmek istemedi bu çıkarımı.

“Yavaş yavaş etkileyecekler seni de.”

“Ne yapmalıyız. Nasıl kurtulmalıyız?” dedi Selim. Böyle boş boş durup bir gerilimin içine sürüklemek istemiyordu şüphesiz. Kendi problemini çözerken, Melek’inde problemini çözmek istiyordu şüphesiz.

“Çok uzun süre araştırdım bunu. Bu olaylar ile ilgilenen birkaç adam var ama yurtdışındalar ve pek de samimi olduklarına inanmıyorum.”

“Gidip konuşmam gerek ve ne istediklerini öğrenmem..”

Melek titreyen bir ses tonuyla; “Bu çok tehlikeli. Seni de öldürebilirler.”

“Seni öldürmemişler, beni de öldürmezler.” dedi. Cesaretinin toplamıştı fakat bu işi nasıl yapacağı konusunda hiçbir fikri yoktu.

Melek gözyaşlarını sildi. “Ben de seninle geleceğim o zaman.” dedi. Selim bu kızın cesaretine hayran kalmış olmalıydı. Bu teklife verdiği cevap olumlu olmuştu
----------

16 Mayıs 2015

CIA – Avrupa Bürosu – Türkiye Temsilciliği - Ankara

“Gerekli araştırmaları yapmaları için iki uzmanı gönderdim efendim.” dedi CIA’ nın Türkiye sorumlusu olan Michael Knight. Konuştuğu kişi ise Amerikan gizli istihbaratının iki numarası olan George Anderson’du.

“Mike, senin kanaatin ne yönde?”

“Bir tahmin yürütmek çok zor efendim. Fakat bu son olayla birlikte sayı 5 oldu. Üstelik bir başkomiser ve genç bir kız aynı anda bir komiserin gözü önünde öldürüldü. Bu olayın tek şahidi olan komiser ise akli dengesini yitirdiği için tanık listesinden silindi. Türkler bu olayı örtbas etmek istiyorlar şüphesiz. Düğümü çözecek tek kişi ise  bu komiser.” dedi ve önünde duran Selim Kurnaz adına hazırlanmış dosyanın kapağındaki resme baktı.

“Arkasında hiç iz bırakmayan bu adam çok yetenekli olmalı. Onu, Türklerden önce bulup biz sorgulamalıyız. Hatta bizzat ben sorgulamak istiyorum. Ne tarz bir silah yada bıçak belki de kılıç kullanıyor belli değil. Olay yerinde hiçbir iz yok.”

“Evet efendim. Komiser ile iletişime geçeceğiz fakat basının ilgisinin azalmasını beklemek zorundayız. Sonra ise en iyilerden birkaç ajanı göndererek bu adamı aldıracağız.” dedi Michael Knight.
İyi niyetlerini bildirdikten sonra telefonu kapattılar. Takım elbiseler içerisinde ki bu adam, Amerika’nın Ankara’daki büyükelçiliğinde basit bir memur olarak çalışıyordu. Kravatını düzeltti ve önünde duran gazeteye baktı. Gazetede 4 gün önce işlenen cinayetlerin tek tanığı olan komiser Selim Kurnaz’ın, basının sorduğu sorulara verdiği tek cevap yazıyordu.

“HAYALETLER”


6.Bölümün Sonu

3 yorum:

  1. dil bilgisi kurallarini gozden gecirebilirseniz guzel bir kurgu ve olayin yaninda harika bir hikaye ortaya cikacaktir.

    YanıtlaSil
  2. Üzerinde en çok çalıştığım konu Dil Bilgisi. Fazla kafa yormadan yazdığım ilk üç bölüm sonrasında biraz olayı ele alıp 4. bölümü yazdım. Bundan sonrası için ise daha detaylı bir kurgu ve olaylar zincirinin oluşturulması aşamasını tamamladım. İlk başta deneme olarak yazdığım bu hikaye benimde çok hoşuma gitti ve üstüne düşmeye başladım. Umarım bundan sonraki bölümlerini de okursunuz. Zamanınızı ayırdığınız için teşekkür ederim...

    YanıtlaSil
  3. Etkileyici bir hikaye.Tebrik ederim.Başarılarınızın devamını dilerim.

    YanıtlaSil