Heyecan
kaldığı yerden devam ediyor. Hayalet Sokağının gizem perdesinin çözülmesi artık
an meselesi. (Hikayeyi hiç okumamışsanız bu gönderinin altındaki gönderiyi
okuyabilirsiniz. 1. bölümden, 6. Bölüme kadar olan kısım alttaki gönderidedir.)
Keyifli okumalar…
HAYALET SOKAĞI - 7 -
12 Mayıs 2015 - İstanbul
Tüm Türkiye’nin gözlerini çevirdiği bu sokağa
giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Sadece bu sokak ile bağlantılı yollarda
oturanlara geçiş kimlikleri dağıtılmıştı. Gazeteciler ve meraklı gözlerin bu
sokağa erişimi çoktandır engellenmişti. Sadece yurt içinde değil, yurt dışında
da bu sokağın adı anılır olmuştu. Taksi ile bu sokağa gelinebilecek en yakın
yere gelmişlerdi ve beklemeye başladılar. Bu tedirgin bekleyişi bozan Melek’in
sorusu oldu.
“Nasıl gireceğiz? Buraya girmek imkansızdan da
öte.”
“Bilmiyorum. Sanırım birilerini aramam gerekli.”
dedi Selim ve telefonunu çıkarak Başkomiser Ahmet’i aradı.
“Başkomiserim.”
“Selim. Hayırdır bu saatte?”
“Görüşmemiz gerekli başkomiserim.”
“Bu saatte ne görüşmesi Selim. Evladım kendinde
misin?” dedi Ahmet. Geçmişten gelen samimiyetlerini anımsatmak ister gibiydi.
“Ahmet abi. Bu sokağa girmem gerekli. Yardım et
lütfen bana.”
“Selim oğlum. Çıldırdın mı sen?”
“Abi gel lütfen. Bana inanacaksın ve kendin
göreceksin.”
“Gerçekten korkutuyorsun artık beni.” dedi.
Biraz duraksadıktan sonra “ Neredesin söyle.” dedi. Belli ki içinde hala bu
adama güvendiğini söyleyen birileri vardı.
Bu konuşmanın üzerinden yarım saat sonra,
Başkomiser Ahmet yanlarına geldi. Bakışları sinirli olduğunu belli eder
gibiydi. İlk olarak Melek’i göz ucuyla süzdükten sonra Selim’e dönerek;
“Neler oldu sana oğlum. Seni oğlum gibi
görüyorum bilirsin. İstersen bir doktora gidelim ha ne dersin?”
“Ben iyiyim abi. Sadece bana güvenmeni
istiyorum. Bu sokağa girmeme yardım et lütfen.”
“Buraya giriş yasak.”
“Abi sende gel ve gör.”
“Neyi göreceğim Selim?”
“Görmeyeceksin ama inanacaksın bana. Arkamda
durup beni izlemen bile yeterli.”
“Selim yapma oğlum. Artık kendine gel.”
“Bana bir şans ver lütfen.”
Başkomiser Ahmet, muhtemelen Selim’in
çıldırdığını düşünüyordu. Fakat bu genç adam o kadar ısrarcıydı ki sonunda
kabul etti. Polisin tüm gün boyu nöbet tuttuğu bu sokağa girmişlerdi artık.
Selim önden gidiyordu, başkomiser ve Melek ise
hemen arkasındaydılar. Selim cinayetlerin işlendiği noktaya 5 metre kala durdu.
İstemsiz bir duruştu bu. Olduğu yerde kaldı. Ahmet, Selim’in bu hareketine
anlam verememişti ve silahını çekti. Tedirgin bir ses tonuyla;
“Selim, bir şey mi gördün?” dedi.
Selim kaskatı kesilmişti.
“Hayaletlerin
huzurunu bozan da kim?”.
Selimin kulağında çınlanan bu ses kıyametin ayak
sesleri gibiydi. Çok ürkütücü bir tınısı vardı. Selim cevap vermedi.
“İsmini
ver ölümlü” dedi ses.
Selim yine sustu ve cevap vermedi. Sesin şiddeti
artarak;
“Huzuru bozanların cezası ölümdür” dedi.
Selim ısrarla
konuşmuyordu. Sanki dilini yutmuştu. Ses gülmeye benzer bir şekle büründü ve
korkunç bir kahkaha attı. Kahkahasının sonunda,
”Ölümlü, bize kurbanlar
sunmaya gelmiş.” dedi. Tekrar kahkaha atmaya başladı.
Selim artık tepkisiz
kalamazdı ve cevap verdi.
“Kurban getirmedim.” dedi sesi titriyordu.
“Onlarda artık bizden biri” diye cevapladı ses.
Selim tutuldu, bir şey
söyleyemedi.
Ses ;“Ölümlü ismini ver.” dedi.
Selim
artık bu soruyu cevapsız bırakamazdı. “Selim” dedi. Başkomiser Ahmet, Selimin
kendi kendine konuştuğuna hükmedip yanına yürüdü ve çok sert bir tokat attı.
“Kendine gel.” dedi bağırarak. Selimin iki
omzundan da tutarak silkeledi. Selimin omuzlarını bıraktığında sesi hala
yankılanıyordu dar sokakta. Selim, yediği tokatın ve silkelenmenin hiçbir
faydası olmamışçasına sokağın ortasına doğru boş boş bakmaya devam
ediyordu.
Selim uzun bir süre hiçbir ses duyamadı ve
bakışlarını hayatına giren gizemli kadına doğru çevirdiğinde, onun cinayetlerin
işlendiği yere doğru yürüdüğünü fark etti. Yerinden kıpırdayamadı ama
bağırarak;
“Melek, ne yapıyorsun. Dur.” dedi. Elini Melek’e
doğru uzattı ama bulunduğu noktadan bunu başarabilmesi imkansızdı. Melek
yürüyüşünü durdurmadan, Selim’e doğru bakışlarını çevirdi ve gözlerinden
gözyaşları ağır ağır süzülmeye başladı. Melek artık cinayetlerin işlendiği
noktadaydı. Selim haykırırcasına;
“Neden?” diye bağırdı. Başkomiser Ahmet olan
bitene anlam veremiyordu artık. Şaşkınlıktan ağzı bir karış açık kalmıştı. Deli
olmalı bunlar diye düşünüyordu şüphesiz.
Melek öne doğru eğdiği kafasını kaldırdı ve
irkildi. Karşısında biri vardı sanki. Arkasına döndü ve ağzından bir mırıltı
edasında, “İşlediğim suçun bedelini ödemeliyim.” dedi. Ahmet tam bağırmaya
yeltenecekti ki Melek’in çığlığı yükseldi dar sokakta.
Başkomiser Ahmet kanlar içinde yere düşen
kadının yanına doğru koşturdu. Selim hiç bir şey yapmadan izliyordu sadece. Bu
gizemli kadın yine bir gizemin içinde eriyip kayboluyordu. İnfaz başlamıştı
bile.
Komiser Ahmet kadına ulaştığında sırtından
kalbine doğru bir şeylerle yaralanmış olduğunu fark etti. Muhtemelen birileri
bir bıçak sokup çıkarmış olmalı diye düşündü. Kafasını kaldırdı ve etrafa doğru
bakmaya başladı. Kollarındaki kız gülümsüyordu.
“Sakin ol kızım iyi olacaksın.” dedi.
Melek gülümseyerek “Bedelini ödedim” dedi. Melek
gülümseyen yüzü ile gözlerini kapadı. Ahmet arkasında birinin varlığını
hissetti. Hemen kafasını çevirdi. Beyazlı’yı gördü. Kafasını yukarıya doğru
çevirdiğinde ise olduğu yere çöktü. Yere koyduğu silahını eline aldı ve geriye
doğru kendini iterek, silahını ateşlemeye başladı. Yeteri kadar uzaklığa
ulaştığını hissettiğinde mermilerin işlevi olmadığını fark etti. Silahını yere
attı. Yavaşça ayağa kalktı ve Selim’e doğru döndü. Gösterdiği soğukkanlılık tam
da kahramanlara yakışırcasına bir hareketti. Selim’e baktı ve yüzünü garip bir
hal aldı. Kafasını hafif sağa doğru eğerek, umutsuzluk ve çaresizlik dolu bir
bakış attı. Sonra eceline doğru döndü. Derin bir nefes aldı.
Beyazlı ağır ağır yanına yaklaştı ve ona da
“Hayaletlerin huzurunu bozanların cezası ölümdür.” diye seslendi.
İlk
hamlesi, Ahmet’in sağ omzundan sol tarafına doğru bir bıçak darbesi oldu. Ahmet
acı ile inledi. Vücudundan kanlar fışkırıyordu ve göğüs kafesinin
parçalandığını hissediyordu. Buna rağmen hala ayaktaydı. Sol eli ile göğüs
kafesinin üstüne doğru bastırdı. Çok kan fışkırıyordu. Beyazlının bıçağı bu
sefer karnından içeriye doğru girdi ve sırtından dışarıya çıktı. Karnında bir
delik açılmıştı artık. Acı ile inledi. Yere çökmek zorunda kaldı. Kafasını
kaldırdığında ağzından kanlar süzülüyordu ve rüzgarın sesini duydu. Rüzgarın
getirdiği serinlik birazcık da olsa serinletmiş gibiydi onu. Beyazlı bıçağını
Ahmet’in sağ omzuna indirdi. Başkomiserin, tüm hayatı boyunca yazı yazdığı,
silahını tuttuğu, hayatını idame ettirdiği sağ kolunu
budayıvermişti. Artık hiç sağ kolu olmayacaktı. Sağ kolu ile hiç birşeye
değemeyecek hiçbir şeyi tutamayacaktı. İşte tam bu anda bunları düşünüyordu
Başkomiser. Başı acı ile öne eğilmişti ve ortalık kan gölüne dönmüştü.
Tekrar
zulme baş kaldırırcasına son kez kafasını kaldırdı ve korkmadan ısrarla Eceline
baktı. Ecelinin yüzündeki gülümsemeyi göremedi çünkü karşısında bir yüz yoktu.
Ama kendisi gülümsedi. Beyazlının bıçağı ilk başta kafasına saplandı ve sonra
yavaşça aşağıya doğru indi. Bu hamle de tamamlandıktan sonra yerde kanların
oluşturduğu bir göl, bir kadının ceseti ve yüzü ikiye bölünmüş bir adam vardı.
Selim ise çıldırmışçasına ağlıyor ve geldikleri
yere doğru koşturuyordu. "Yardım edin." diye bağırıyordu...
7.Bölümün Sonu
HAYALET SOKAĞI - 8 -
Duvarının bir tarafında boydan boya Türkiye
bayrağı, tam karşısında bir masa ve deri bir koltuk, diğer tarafında duvar
boyunca uzanan Dünya haritası ve bu haritanın karşısındaki duvarda yine boydan
boya uzanan bir Türkiye haritası bulunan odada, eski bir general olan Kemal
Bey, Türkiye haritasının önünde dikilmiş ve İstanbul iline doğru bakıyordu.
Kapı iki kere tok bir şekilde çalındı.
“Gir” dedi Kemal Bey. Yıllardır sürdürdüğü
askerlik görevi sesini oldukça gür ve karizmatik yapmışçasına, yetmişine
merdiven dayamış bu adamın sesi oldukça yüksek çıkıyordu. Dünya üzerinde epey
bir süre geçirmiş, bir çok ziyafete katılmış ve hamarat bir eşe sahip olmuş bir
adama bakarak, hala bir göbeğinin olmaması, onun ne kadarda disiplinli bir adam
olduğunu gözler önüne serer gibiydi. Seyrekleşmiş saçları ve kaşları, vücudunun
diğer uzuvlarına ihanet etmişçesine bembeyazdı. Orta boylarda ve yüz hatları
oldukça sert gözüken bu adam, askerlik üniformasını sırtından çıkardığı günden
bu yana, Milli İstihbarat Teşkilatına gizli bir şekilde bağlı fakat özerk bir
başka kurumun başına getirilmişti.
Kemal Bey’in başında bulunduğu bu küçük örgüt,
Türkiye içerisinde ve yurtdışında vuku bulan ve dış güç menşe’li olan çoğu
olayın içerisinde aktif olarak yer alıyordu. Dışarıdan yurt içine giren ve devlet
için zararlı işler peşinde koşan yabancı kuvvetleri durdurmak, gerekirse
yakalamak, gerekirse Avrupa İnsan Hakları Mahkemesinin uygun gördüğü steril
sorgulama prosedürünü hiçe sayarak işkence yapmak ve bütün bu aşamalardan sonra
örgütçe veya sorgulayan kişice uygun görüldüğü takdirde öldürmek gibi
prensipleri olan bir örgüttü. Bu aşamalar yurtdışında ise yine ülke çıkarları
gözetilerek yapılıyordu. Bu kurum, bizzat Milli İstihbarat Teşkilatı tarafından
terör örgütü olarak sınıflandırılıp, bu örgütün işleyeceği bütün suçlar ve bu
suçların getirileri olan olumsuz durumlar, teşkilat bünyesinden dışlanılmış
oluyordu. Oysa ki Kemal Bey’i bu göreve getiren bizzat Milli İstihbarat
Teşkilatının o zaman ki müsteşarıydı.
Milli İstihbarat Teşkilatı’nın gerek iç ve
gerekse dış basın tarafından sürekli mercek altında tutulması, yapısı gereği
atanan insanların seçtiği kişilerden oluşması, infaz veya sabotaj gibi
eylemleri üstlenememek gibi bir prestiji olması ve bunlardan da önemlisi
bilinen, takip edilen ve içine kolaylıkla adam yerleştirilebilen bir istihbarat
kurumu olması yüzünden, Kemal Bey'in başında bulunduğu küçük gizli örgütler
oluşturularak devletin şefkat dolu sağ elinin yerine, günahlarını işleyen sol
eli işlevi, bu küçük örgütler vasıtasıyla yerine getirilmiş oluyordu.
Bu odanın bulunduğu yer Ankara’da ki bir halk
kütüphanesinin, bir labirenti andıran kitap sıralarının birinden, gizli bir kod
girilerek açılan bir kapıdan girilen bir yerdeydi. Bu kurumda çalışan çoğu
görevli kütüphanenin memur kadrosunu oluşturan insanlardı. Kapı açıldığında
içeriye giren, Kemal Bey’e dosya getiren ve brifing veren, ikinci adam
konumunda ki Ertuğrul Bey’di. Kendisi İçişleri Bakanlığında çok üst düzeyde
olmayan bir görevdeyken, istifa edip birkaç sene sonra bu Kütüphanenin Müdürü
olarak göreve başlatılmış bir istihbaratçıydı. İçerideki loş karanlık bu odaya
gizemli bir hava katıyordu çoğu zaman. Ertuğrul Bey, Kemal Bey’in masasına
oturmasını bekledikten sonra, malumat vermek için izin istedi.
“Paşam izninizle..”
“Evet Ertuğrul.”
“Mit’ten acil yazılı bir gizli gönderi aldık.”
“Ne ile alakalıymış?”
“CIA ajanlarının Türkiye’ye yollandığını ve
Atatürk Havalimanından giriş yaptıklarını yazıyorlar. Hedefleri ise şu deliren
komiser çocukmuş.”
“Ne yani? Bu delikanlı Hayalet diye demeç
verince gerçek mi sanmışlar?” dedi Kemal Bey ve gülümsedi. Biraz sırıttıktan
sonra devam etti. “Ver bakalım şu kağıdı.”
Ertuğrul Bey’in uzattığı kağıt iki sayfadan
oluşmaktaydı. Birinci sayfa Türkçe bilen her insanın okuyabileceği şekilde
yazılmış, ikinci sayfa ise sadece bu örgütün başında bulunan Kemal Bey’in
çözebileceği şekilde şifrelendirilmişti. Muhtemelen Kemal Bey’in bu görevi
devredeceği gün bu şifrelerde tarih olacak ve yerine gelen yeni kişiye de yeni bir
şifreleme sistemi öğretilecekti.
Kemal Bey eline aldığı kağıdın ilk sayfasını göz
ucuyla kısa bir süre içerisinde okuduktan sonra yavaşça ikinci sayfaya baktı.
İlk başta gevşemiş olan yüz kasları bu sayfayı okumaya başladıktan sonra, her
geçen saniyede biraz daha kasılmaya başladı. Sayfayı okumayı bitirdikten sonra,
başını ağırca kaldırıp Ertuğrul Bey’e baktı. Ertuğrul Bey, senelerdir beraber
çalıştığı bu adamı ilk kez böyle görüyordu. Ertuğrul Bey’in tanıdığı Kemal
Paşa, kararlarını bir saniye bile düşünmeden alan ve bakışlarındaki o kararlı
duruşunu bir an olsun kaybetmeyen bir adamdı. Oysa şimdi karşısında duran adam
derin düşüncelere dalmış ve o kararlı duruşunu kaybetmişti.
“Ertuğrul” dedi ve duraksadı. Biraz bekledikten
sonra devam etti. “En iyi iki adamımızı seçmeni istiyorum. Dosyalarını iyice
gözden geçirdikten sonra bana getir. Bir de ben incelemeliyim. Durum oldukça
ciddi bir boyutta.”
“Emredersiniz Paşa’m.” dedi Ertuğrul Bey ve
hızlı adımlarla odadan çıktı.
Bu olaydan birkaç saat sonra Kemal Bey’in önünde
iki dosya vardı. Kemal Bey incelemeye koyuldu
___
Adı ve Soyadı:Ayşe Kartal
Yaşı: 28
Özgeçmişi: Kimsesiz Çocuklar Yurdundan
alınıp yetiştirildi. 18 yaşına bastığında teşkilata alındı.
Görevleri: İlk görevinde Güneydoğu’da il
merkezlerinde Mossad ve CIA ajanları ile mücadele de bulundu ve bir çok
başarılı operasyonlar gerçekleştirdi.
Karadeniz Bölgesinde yapılanan bazı örgütlerin
içine sızdırıldı ve çökertilmesinde rol aldı.
Başarılı görevlerinden sonra Mısır’a yollandı.
Tahrir olaylarının arka planında ki yapılanmaları, olay gerçekleşmeden deşifre
etti. Bu görevinden sonra MİT tarafından görevinden alınıp Mavi Tugay timine
gönderildi.
Mavi Tugay kapsamında hiçbir görevde bulunmadı.
__
Adı ve Soyadı: Serkan Oğuz
Yaşı:34
Özgeçmişi: Askerlik görevi sırasında,
yapılan operasyonlarda ki başarısı yüzünden Mavi Tugay kadrosuna alındı.
Görevleri: Almanya da Dazlaklar olarak
bilinen ve Türklere karşı yasa dışı eylemlerde bulunan gurubun planladığı bir
çok eylemi engelledi.
Elebaşı olarak hakkında rapor sunduğu 8 kişiyi
etkisiz hale getirip Schleswig-Holstein Eyaletinde ki yapılanmayı büyük ölçüde
yok etti. Yine bu eyalette bu örgüt ile bağlantısını tespit ettiği bir polis
memurunu sorguya aldıktan sonra Almanya’dan çekildi.
2 sene görev almadıktan sonra bir Türk işadamı
cinayetini araştırmak üzere Amerika’nın İllinois Eyaletine gönderildi. Bu
eyaletteki araştırmaları sonucu CIA’nın izine ulaştı. İş adamını öldüren bir
ajanı yakalaması üzerine yerini tespit eden CIA ajanları ile çatışmaya girdi. 2
CIA ajanını öldürdükten sonra Türkiye’ye kaçmayı başardı.
Bu olaydan sonra hiçbir görevde yer almadı.
__
Kemal Bey bu dosyaları inceledikten sonra,
Ertuğrul Bey’e dosyaları uzattı. Bir süre bir şey söylemedi. Sonra, karşısında
duran adama bakarak;
“Hayaletlere inanır mısın?” diye sordu.
Ertuğrul Bey’in cevabı çok netti. “Elbette
hayır, paşam.”
“O sokakta çok garip şeyler olmuş. MİT bile bu
olayın gerçek sebebini çözmüş değil. CIA, orada vuku bulan olaylara ilgi
gösteriyor. Adamlar bir tim yollamışlar. Güvenlik kamerasında görünmeyen bir
katil var ve bıçak benzeri bir şey kullanmış. Bu nasıl oluyor?”
“Mantıklı bir açıklaması vardır paşam. Olmak
zorunda.”
“Bende aynı kanaatteyim. Ama bizzat CIA bu işin
içindeyse..” dedi ve cümlesini tamamlamadı.
“Paşam bu isimleri onayladınız mı?” dedi
Ertuğrul Bey. Yaklaşık iki dakikadır, tamamlanmayan cümlenin tamamlanmasını
beklemiş ama besbelli ki umudunu yitirmişti.
“Evet. İkisi de çok yetenekli besbelli. Birisi
henüz hiç görevimizde bulunmamış üstelik. Artık takıma katılmasının zamanı
geldi.” dedi.
Ertuğrul Bey, “Emredersiniz Paşam” dedi.
Kemal Bey koltuğuna yaslandı ve masada bulunan
kalemi eline aldı. “Bu komiser çocuğu hastanede koruyacaklar. Çok zor bir durum
söz konusu olursa kaçıracaklar. İstanbul da gereken önlemler ve mühimmatlara
ulaşmalarını sağlayın. Bizzat sen saklanabilecekleri evi ayarla. Sen, ben,
ajanlarımız ve komiser çocuktan başka hiç kimse bu evi bilmeyecek. Günlük rapor
istiyorum.”
“Emredersiniz Paşam. Hastaneye kolay bir şekilde
yerleştireceğiz. Gereken yeri de hemen ayarlayacağım. Talimatlarınızı da bizzat
kendim ileteceğim.” dedi.
Kemal Bey elindeki kalemi masaya koydu ve bir
elini çenesine doğru götürdü. “Son olarak bir şeyler daha isteyeceğim senden.
Bana bir araştırmacı bul. Bir profesör, gazeteci ya da yazar. Her kim olursa.”
“Hangi konu için istiyorsunuz paşam?”
“Sanırım Tarih olmalı. Hayaletler üzerine
çalışma yapmış birileri var mıdır acaba?”
“Pek sanmıyorum Paşam.”
“İlla ki bir araştırma vardır. Şu eski zamanlar
da vuku bulan bu tarz olayları incelemiş birileri. Osmanlı arşivinde çalışan
birileri illaki vardır. Sistemden araştırın, soruşturun ve işe yarar birini
bulun.”
“Emredersiniz Paşam.”
“Bu olay öyle sıradan bir olay değil Ertuğrul.
Bilirsin ben çözemediğim şeylerden hoşlanmam. Bu yankee’lerin neyin peşinde
olduğunu bilmeliyim. Burası onların arka sokağı değil. Bizim sokağımızda
gerçekleşen bir olaya burunlarını sokmaları kabul edilebilir bir şey değil.
Ajanlara hemen haber verilsin ve yarın görevlerine başlasınlar. Öbür adamla da
en kısa zamanda bizzat görüşmek istiyorum.”
“Emredersiniz Paşam” dedi. Odadan çıktığında
Paşa’nın konuşmalarını tekrar irdeliyordu. Başlarında çok büyük bir problem
vardı. Amerikan ajanları ile İstanbul gibi büyük bir kentte, çok problemli
olayların yaşanması artık kaçınılmazdı.
Şimdi önünde çok yorucu günler vardı. İlk başta
ajanlara ulaşıp onları İstanbul’a yönlendirecek ve akşam İstanbul’a uçup
gerekli düzenlemeleri yaptıktan sonra sabah Ankara’ya dönecekti. Bütün bu
kargaşanın içinde Osmanlı Arşivlerinde çalışan muhtemelen biraz deli ruhlu bir adam
bulmaya çalışacak ve bu adamı Paşa ile konuşturacaktı.
8.Bölümün Sonu
HAYALET SOKAĞI - 9 -
Oyuncakçı dükkanından içeriye, iyi giyimli
iki adam girdi. Adamlar takım elbiseler içinde ve siyah gözlükleriyle
istihbarat biriminden olduklarını belli eder gibiydiler. Üstelik içeriye
girdiklerinde gözlüklerini çıkarma ihtiyacı da hissetmediler. Dükkanın en uç
kısmında bulunan masada dükkanın sahibi oturuyordu. Bu adam elinde tuttuğu
tornavida benzeri bir aletle birşeyleri tamir etmeye çalışıyordu. Oyuncakçı
kapı sesini duyduğunda kafasını kaldırıp adamları şöyle bir süzdü ve tebessüm
edip işine kaldığı yerden devam etti. İçeriye giren adamlar masanın önüne kadar
geldi ve içlerinden bıyıklı olanı;
"Kolay gelsin beyfendi. Ben Bekir ve
bu da arkadaşım Halil. M.İ.T dan geliyoruz."
Oyuncakçı adam başını kaldırdı ve hızlı
ama gayet anlaşılabilir bir ses tonuyla;
"Peki ya rozetleriniz beyler? Onları
da gösterin bari de tam Amerikan filmi olsun. Bu kadar özenilmez yahu ayıp
ayıp. Birde M.İ.T diyorsun. İstihbarattan geliyorum desen anlamayacağım sanki.
Ya sabır."
Bıyıklı adam şaşkın bir şekilde yanındaki görev arkadaşına baktı ve dudaklarını
büktü. Kafasını olumsuz bir şekilde sallayıp;
"Sizinle özel birşeyler konuşmamız
mümkünmü Berkay bey?"
"Çok geç kaldınız, çok adam öldü.
Birazcık araştırma yapsanız hemen bulurdunuz beni. İşler sarpa sardı şimdi
Berkay bey diyorsunuz. Kardeşim zamanında niye gelmediniz."
"Efendim isterseniz sadede
geleyim?"
"Sadede geliyorsun demek. Kardeşim
böyle artist gibi giyinip dükkana giriyosunuz, üstelik hala gözlüklerinizi
çıkarmadınız. Amerikanvari söylemlerle konuşuyorsunuz ve şimdi de sadede
geliyorsunuz. İyi hadi tamam sadede gel bakalım."
Bekir şöyle derin bir iç çekip öfkesini
bastırmaya çalıştığını belli ederek;"Haberlerden de takip ettiğiniz üzere
Mezarlık sokağında birtakım olaylar vuku buldu. Geçtiğimiz pazartesi günü ise
konu ve sokak tamamiyle kapatıldı. Yine bildiğiniz üzere problem çözüldü."
"Ne yani, hayaletleri mi öldürdünüz.”
“Haberlerden bildiğiniz üzere hayalet
falan yok. Sapkın bir çetenin yaptığı ve onları aradığımız hatta yakalamak
üzere olduğumuzu takip etmişssinizdir. Tabi ki durum farklı ve bu yüzden
sizinle görüşmek istedik.”
“Böyle iyi. Net konuşalım değil mi yahu.
Sokağı kapatmanız iyi olmuş. Ben oradayken etrafta insan olmaması çok iyi olur.
Gördün mü doğru dürüst bir iş yapmışınız. İlk başta kapatacaktınız ama işte ne
yaparsın yumurta meselesi. Türk insanının en sevdiğinden." dedi ve başını
salladı Berkay.
Bekir, şaşkın
bir yüz ifadesine bürünmüştü ve karşısında keçileri kaçırmakla yetinmeyip,
keçilerle birlikte kaçan deyimi yerindeyse deli bir adamın olduğunun
farkındaydı. Boğazını temizledikten sonra;
"İsterseniz sizi üstlerime götüreyim
ve detaylı bir şekilde konuşun."
"Eee ne duruyoruz ki o zaman."
dedi Berkay. Ayağa kalktı. Askılıkta duran ceketini aldı ve dışarıya çıktılar.
Dükkanının kapısını çeşitli açılardan 5 kere kilitledi ve dükkanın önünde duran
siyah Mercedes’i fark etti. Kafasını hızlı bir şekilde iki yana sallayıp
“Klişeler sardı dört bir yanımııı” diye mırıldanırken arabaya bindi.
..................
M.İ.T binasına girip bir kaç kapıdan geçtikten sonra bir asansöre bindiler ve
yarım dakika kadar aşağıya doğru inmeye başladılar. Berkay olumlu bir şekilde
yanındakilere sırıtıyordu. Bekir bir hata yaparak;
"Berkay bey niçin
gülümsüyorsunuz?" diye sordu.
Berkay sırıtarak; "Aferin. Gerçekten
etkilendim. Bende bizimkileri anca telefon dinler diye biliyordum. Siz olayı
aşmışsınız ya. Asansör falan süper ha. Bu asansörü yapanları öldürdünüz mü.
Yani sonuçta bilinmemesi gereken bir şey." dedi ve duraksadı. ve ağır bir
şekilde devam etti. “Bu durumda beni de öldürmeniz gerekecek. Eee bende görmüş
oldum. Kardeşim deli misiniz siz ya hem yardım edeceğim size hem de siz beni
bir kalem de harcayacaksınız. Kimseye söylemeyeceğime dair yeminler etsem.
Olmaz değil mi. Yok ama şöyle düşününce öldürmezsiniz ki beni. Millet deli
gözüyle bakarken bana. Söylediklerime inanmıyorlar ki zaten.” dedi ve
gülümseyerek devam etti. “Şaka şaka, güzel mekan yapmışssınız bayıldım bu
arada." dedi ve bu sırada asansör durdu ve kapı açıldı.
Dışarıya çıktıklarında önlerinde 8 tane
kapı vardı ve Berkay'ı ilk kapıdan içeriye soktular. İçeriye girdiğinde içeride
bir iki sandalye bir masa ve masanın üzerinde bir dosya vardı. İçeride duran
yaşlı adam;
"Hoşgeldin evlat."dedi. Berkay
bu ses tonu karşısında gururlanıp gaza geldi ve adamın lakabını bilmemesine
rağmen "Hoşbuldum Paşam." dedi. Paşa gülümsedi ve bir kaş işareti
yaparak Bekir ve Halil'in dışarıya çıkmasını işaret etti.
Adamlar dışarıya çıktığında Kemal
bey;"Duyduğuma göre sana deli diyorlarmış. Gerçekten deli misin?"
dedi ve gülümsedi.
"Paşam siz benden daha iyi
bilirsiniz. Yeni bir şeyler yapanlara hep deli derler. Hele bir de yaftaladılar
mı tamam. Ağzınla kuş tutsan fayda etmez. Evet o makineyi de yaptım. Gözlerinin
önünde ağzımla kuş tuttum ama hala Deli diyorlar. Bu memlekette kim deli kim
akıllı bilen mi var ki?" dedi ve gülümsedi.
Paşa bütün bu olan bitenden dolayı çok stresliydi ve bu eğlenceli konuşmayı
bitirerek;
"Ne yapabilirsin peki evlat?
Kurtarabilirmisin bu hayalet dedikleri şeylerden bizi?"
"Elbette paşam. Bu yüzden burdayım zaten.
Beni oraya götürün yeter, tabi önce dükkanıma uğramalıyım almam gereken şeyler
var. Selim Komisere de ihtiyacım olabilir ha bir de güçlü kuvvetli bir adam ve
belki bir tane de kadına ihtiyacım var." dedi duraksadı ve tekrar devam
etti. "Paşam yani yardım edecekler bana."
Paşa gülümsedi ve "Bu kadar kolay
mı?" diye sordu.
Berkay duraksadı, "Paşam başka bir
ekip dışarıda hazır beklemeli. Benim söyleyeceğim adrese gidip orayı kazmalı ve
yine benim söyleyeceğim şeyi bu sokağa getirmeleri gerekli. Bunu yaparlarken
acele etmeliler yoksa ben de tarih olurum. Üstelik ben tarih olursam o
sokaktaki şeyleri yok etmeniz mümkün olmayabilir.”
"İki ajanımızı yanına vereceğim.
Üstelik bu konuda çalışmaktalar. Epey bir yol kat ettiler. Başka bir yer derken
nereyi kastediyorsun?"
“Paşam her yer olabilir yani. Muhtemelen
Ayasofya’dır diyecem ama olmayadabilir. Yok yok Ayasofya değildir muhtemelen.”
“Ayasofyayı mı kazdırtacaksın. Sen ne
yapıyorsun oğlum. Savaş mı çıkartacaksın bize.”
“Paşam değildir. Ayasofyada değildir ya
büyük ihtimal. Ama dediğim gibi söylediğim yer kazılmalı.’
‘Peki niçin?”
“Paşam bu hayaletler bir şeyleri koruyor
olmalı. Muhtemelen bir kitap ya da bir parşomen. Bu kitapta yazan bir şeyler bu
hayaletleri burada tutsak tutuyor.
“Mantıklı olabilir. Ama biz niye başka bir
yeri kazacağız ki?”
“Bu hayaletleri burada tutsak kalmalarını
sağlayan asıl şey ise bu hayaletlerin ulaşamadıkları bir şey. Geçmişleriyle
alakalı başka bir kitap, ziynet eşyası, kılıç, belki de bir madalyon. Bu kitabı
yazan kimse bu eşyayı bu hayaletlerin etki edemeyecekleri uzaklıktaki bir yere
saklamış ki hayaletler ulaşamasın ve hep orada kalsınlar.”
“Oğlum bu adamın amacı ne?”
“Bende bilmiyorum. Birşeyleri gizlemek
korumak saklamak için bunu yapmış olabilir.”
“Mantıklı geliyor ama hayalet diyoruz ya.
Ne hayaleti oğlum. Bir insan nasıl hayalet olabilir ki?”
“Birtakım tarikatlar varmış zamanında
bunun ile uğraşan ama hiçbiri başarılı olamamış. Tabi bu adam yada belki
tarikat gerçekten başarılı olmuş. Kitaba yazdıkları tılsımlı sözler sayesinde
bu hayaletleri tutsak etmişler. Azat olmalarını sağlayacak şeyi ise başka bir
yere saklamışlar.”
“Delilik bu oğlum kusura bakma. Ölme
ihtimalin başarma ihtimalinden çok yüksek. Oraya giren herkesi hakladı
şerefsizler. Sadece şu polis çocuk kurtuldu.”
“Biliyorum Paşam.” dedi Berkay
gülümsüyordu. Sözlerine devam etti “Selim komiser de yanımızda olmalı paşam.
Ona ihtiyacım olacak. Onu yanımıza getirmeniz mümkün mü?"
"Akıl sağlığı pek yerinde değil ama
tabiki getirtiriz."
"Tamam o zaman. Ben bu operasyona
Hayalet Avcıları yok yok ne diyelim. Büyük Ortadoğu desek yok zaten
adamları telef oldu burada. Olmaz şimdi bir gönderme daha yaparsak kızarlar
bize. Kutsal Kase desek yok onuda çok kullandılar hmm buldum paşam."
Paşa'nın gözleri faltaşı gibi açılmış
Berkay’ın dediklerini algılamaya çalışıyordu ve "Ne buldun evlat ve o
Amerikalıları nerden biliyorsun, bu neredeyse devlet sırrı yahu. Kim sızdırıyor
bunları" dedi. Paşa az da olsa kızmıştı. Berkay paşaya doğru döndü ve
"Operasyonumuzun adı Konstantin" dedi
Paşa’nın damarına basmış gibiydi;
"Neden İstanbul olmayacakmış
peki?" diye sordu.
Berkayın
cevabı paşayı hem meraklar içinde bıraktı hem de tatmin etti. "Bu bela
bize Bizanstan miras, onun için paşam."
9.Bölümün Sonu
Sonunda buldum :) Facebooktan paylaşıp paylaşıp bizi alıştırdınız. Sonra kayboldunuz. Tekrar okudum hikayenizi ve Oghertay ismiyle arayıp buldum:) Çok iyi yazıyorsunuz ve hikaye çok iyi. Takipe devam :-)
YanıtlaSilHikayeleriniz cok başarılı tebrik ederim. Hikayelerinizi heycanla bekliyorum :-)
YanıtlaSilEn kısa zamanda devamını bekliyoruz
YanıtlaSilTasvirleriniz o kadar gerçekci ki gözlerimi kapattıgım an gözümün önünde canlanıyor tebrik ederim
YanıtlaSilBazı dilbilgisi hataları var ama genel olarak başarılı.
YanıtlaSilkendinizi çok iyi geliştirmişsiniz mamafi iyiye değil en iyiye yönelmelisiniz anlatmak istediğimi anladığınızı umarak başarılarınızın devamını diliyorum cancagazım ;)
YanıtlaSilCalısmalariniz basarıli tebrikler.
YanıtlaSil